― Affetmekten bahsetmiştiniz ya, ben bunu pek de anlamış değilim.
― Neyi anlamadınız Aslı Hanım?
― Mesela bugün sabah, aslında benim de ablamı kıskandığımı anladım. Kıskanıyorum çünkü annemler onu daha çok seviyorlar veya neyse ben de bilmiyorum.
― Sizin hiç sevmediğiniz biri yok mu?
― Var, yani yok da hoşlanmadığım insanlar var.
― Peki nesi hoşunuza gitmiyor?
Birçok kişinin bir çok yönünü sayabilirim. Hatta saymakla kalmayıp bir de onları yerebilirim. Kıskançlık da yerilecek bir özellik mi? Hem evet hem de hayır. Çünkü kıskandığımda, rekabete hazır olurum, yapabildiğimin en iyisini verebilirim, hatta yapabildiklerimin ötesine geçebilirim. Ya da kıskanabilir, dedikodu yapabilir, kişiyi yerebilir, kendimi kurban gibi görebilirim. Ve ömrümün sonuna kadar kendimi sevilmeyen ilan edebilirim.
Bizler, öğretilenleri, uygulamaları, düşünceleri içselleştirir, utanç ve korku duvarlarımızı oluştururuz. Denemeyi,hissedebilmeyi, duyguların akışını seyretmeyi öğrendiğimizde onların nasıl işe yarayacaklarını, ne zaman işimizi kolaylaştıracaklarını, ne zaman bizi yerden yere vuracaklarını öğrenmekle kalmayıp, onlara tanıklık etmeyi öğrendiğimizde artık duvarlarımız ve korkularımız kalmaz. Sevilmeyeceğimiz korkusu, utanacağımız korkusu kalmaz.
Kendimizi bir bütün içinde özgürce hareket yeteneğine kavuşturmaktır, affetmek. Duygularımıza yeniden bir anlam verip bizi neden koruduklarını, bizim ne işimize yaradıklarını ve ne zaman durmamız gerektiğini öğreniriz affedince.
Her duyguyu, bedenin her hareketini, beden içinde olan organların nasıl çalıştığını anlayabilmek, kendini anlayabilmek, hayatın her anında yoga yapabilmektir.
Matla ya da matsız kendiyle bir bütün olabilmenin doğasına varmak, sevip sevmediğimiz bütün yönlerimizi tanıyabilmenin zevkini tadabilmektir belki de yoga…
Dolunay, karanlığın içinde bulunan bütün gölgeleri ışığıyla aydınlatır. Kendimizi başka bir açıdan bir daha inceleyebilmek dileğiyle…