− Aynı Nimet Hanım.
− Hayır canım, nereden çıkarıyorsun, ben annene benzemem. Kin falan tutmuyorum ama zamanında beni çok kırdı annen
.
− Hâlâ bunları mı taşıyorsunuz anne?
− Yok canım, ben bunları ta derinlere gömdüm. Ama bazı lafları duyunca, canımı acıtıyor.
Sahip olmak, tutmak, tutunmak, bırakamamak, bağlanmak, onsuz olamamak… Her biri özgürlüğümüzden bir adım uzaklaştıran, bizi her gün zehirleyen, içten yıkan ve içimizdeki ışığı söndüren bir sürü olay.
Aparigraha,
yamaların son şartı, bırakabilme yetisine, koyuverme yetisine, her şeyin geçici olduğunu bilme yetisine sahip olmayı bilmek.
Thich Nhat Hahn konuşmalarından birinde şöyle demişti: “İçimizdeki koca dünya bir süpermarket gibidir, rafların her birinde bir sürü eşya, yiyecek, içecek, mal, mülk, para ve daha ne isterseniz bulursunuz. Raflardan aldıklarınıza baktığınızda düşünceleriniz ne ise içinizde de o yeşerir”.
İçimizde tuttuğumuz ve her raftan alışımızda hüzün ve acı veren anılar, içimizde sadece hüzün ve acı tohumlarını yeşertir. Ele aldığımızda mutluluk ve huzur verenler ise rengârenk çiçekler, ışıklar haline dönüşürler.
Anı yaşayıp sadece o anın tadını anlamayı bilir, sonrasında ne olacağına dair hayal kurabilir, ama beklentilerimizi, düşüncelerimizi, planlarımızı bunların üstüne kurmadan, o andaki düşünceleri nefesimizle dünyaya salıvermeyi bilirsek nefes alıp vermenin, geçiciliğin ve yeniden içimizdeki süpermarkete girmenin tadına varabiliriz. Eğer her birini süpermarketin içine yığmaya çalışırsak, altlarında ezilir, boğulur ve oradan çıkamayız.
Her birimiz özgürce karar verebilme, istediklerimizi gerçekleştirebilme güdüsüyle bu dünyaya geldik. Özgür olmak için, tek yapmamız gereken ise Beatles’ın şarkısında olduğu gibi, “bırak olsun” (let it be) demek…
Namaste.