Yaş aldıkça, bilmediğim yaşlara geldikçe kelimelerin anlamını kendime daha çok sorar oldum. “Kendine bakmak” ne demek?
Manikür, pedikür, el kremi, yüz kremi, spor yapmak, bedeni güçlendirmek…
Osteopatım ile konuşurken “Süper bir birikim var, kaslar güzel ve kuvvetli, ancak bunları yerli yerine yerleştirmek gerek.” dedi.
“O nasıl bir şey ki?” derken açıkladı: “Duygularla uyumlandırmak, blokajların olduğu yerleri esnekleştirmek, ağırlıkları taşımaya karar verdiğiniz yerleri güçlendirmek.”
Moda oldu diye tırnaklar takmak, yaşlanmayı engellemek için saçlar beyazladıkça boya yapalım derken saçları bozmak, yüzümüzün tüm kırışıklarını giderelim derken bedene ne yaptığı bilinmeyen maddeleri yüzümüze enjekte etmek…
Kendime bakmak şunların toplamı: Yüzümün belli hatlarını korumak, saçlarımın bakımını yapmak, alınması gereken vitaminleri hem besinlerden hem de takviyelerden almak ve bütün bunların yanında tat alabilmek, kokusuna doyabilmek, rengini tutabilmek ve bedenimin tınısını duyabilmek.
Koku ve tat almayı yeniden geliştirmek için şöyle bir egzersiz önermiş Nörobiyolog Lucy Vincent; küçük kaplara lavanta, nane, zerdeçal, karabiber, zencefil tozu koyun, gözlerinizi bağlayın ve her birini koklayın. 12 hafta boyunca.
Bu egzersiz yemeklerin içindeki bu tatları fark etmeye, ayrıştırmaya, nasıl kullanırsak bunların yemeğin lezzetini değiştirme yeteneğini ortaya çıkaracağımızı fark etmeye, yani yaratıcı olmaya yönlendiriyor bizi.
Sürekli bildiklerimizi uygulamanın ve olana karşı duyarsızlaşmanın yerine bedenin, duyguların ve hareketlerin minik minik tatlarla bizi canlandırmasına izin vermek, hayata karşı merakın uyanmasını sağlamak, yeni bakış açıları geliştirmemize yardım eder.
Aynı bir çocuğun düşe kalka yeniden ayakta kalmayı öğrenmesi gibi bizim de yaşama sanatını kullanarak kendimizi ve çevremizi 5 duyumuzla ve yaratıcılıkla hayatımıza almamıza yardımcı olur.
Bir bakın bakalım, gerçekten hissedebilmek içinizde hangi duyguları, duyuları ve düşünceleri ateşleyecek…
Namaste!