Ekim ayı başında travmalı kişilerle çalışmaya başlayalı tam 3 ay olmuştu. Gözlerim kaşınmaya başladı. Kaşıntı durmadığı gibi kulaklarımda uğultu ve ötmeler de başladı. Bildiğim şekilde, kulaklarım için yoga yapsam da, gözlerimin kaşıntısı geçmiyordu. En acıklı filmi bile ağlayamadan bitiriyordum. Bol su içtim, yok kaşıntı geçmiyor. Kulaklarımdaki uğultu ise işyerinde değil evde oluyor.
Önce doktora gittim, kortizon damlaları ile gözlerimi iyileştirmeye çalışsam da kurudukça kuruyor.
Sonrasında terapistimle süpervizyon sırasında konuştukça, anlatılan hikayelerin gerçek hayatta ancak haberlerden bildiğim istismar, dayak, işkenceye dair olmasının bedenimi ne kadar sarstığını anladım.
Beden cevap verir, beden ruhla duyguları ortaya koyar. Beden ve ruh bizim kendimizi nasıl koruyacağımızı anlamak için yollar bulur.
Duyarsızlaşma için göz yaşlarımı durduran beden ve ruh, evde aynı hikayeleri tekrar tekrar kafamın içinde döndürmeyeyim diye kulaklarımı uğuldattı.
Bilmediğim, yaşanmasını kimseye dileyemeyeceğim hayatları görünür hale getirdi. Bildiğim, anı yaşamak, anda kalmak, şefkatli zihin gibi bütün kavramları yeniden derinden düşünmeye itti.
Şimdilerde ağlayabiliyorum. Bilindik kavramları karşımdaki kişiyle nasıl değişik şekillerde paylaşırım diye kendimce çözümler üretir oldum.
Bazen sert, bazen yumuşak, bazen daha içten, bazen söverek olanın yanında durmayı öğreniyorum. Yeniden hayata güvenmeyi anlatırken ben de hayata güvenmenin ve her şeye yeniden başlayabilecek bir ruhun ve bedenin varlığının farkına varıyorum.
Bedeninize ve ruhunuza kulak verin.
Namaste…