Dünyanın bir hareket tarzı var. Bu hareketin içinde tarihi var, yapılış ve yıkılışı var, dönemleri var, sarsıntıları ve daha bir çok şeyi içinde barındırışı. Aynı bizim bedenlerimiz gibi. Bedenlerimizin de kendi tarihçesi, sevdiği müzikler, şiirler, olaylar, sarsıntılar ve içinde sakladığı bir de ruhu var.
Bedenimize ait her bir uzuvun, her bir organın bedenimizde oluşunun bir anlamı var, bedeni somut hale getirmenin dışında. Ve biz eylemlerimizle, sözlerimizle, hissettiklerimizle bedenimizi teşkil eden her parçayı besliyor ya da yoksun bırakıyoruz.
Kil ile yeni bir heykel yapmaya uğraşıyorum. Hep ya bir beden ya da bir surat yapmaya çalışıyorum. Bu seferki bir surat, iddialı olarak Rodin’in Camille Claudel’ini yapmaya uğraşıyorum. Ben her bedende hem kendimi, hem de insanın yüzünün çizgilerinde, hikayesinin içinde olanları arıyorum. Ders sırasında hocam Sandrine Folière heykeltraşlığın tekniği ile yaratıcılığı birleştirmeyi şu şekilde anlattı: “Elinin yaşar hale gelmesini sağlayan ne? Onun içindeki can. Can ile birleştiğinde elin onu besleyen sezgilerin ile canlanacak. Bu sezgiler ile dünyayı daha başka şekilde algılayacaksın, bu algılayış ile tekniği birleştirdiğinde, hassas bir okuma ile yaptığın eylem seni farklı bir yolculuğa çıkaracak.”
Yola çıkışımız bedenimizle, bedenimizde bulunan her uzuv, her organ, her doku ile. Onları yaşar hale getiren ise bedenimizin içindeki can. Ve her hareketi içimizde bulunan hayallerimiz, sezgilerimiz, arzularımız ve niyetlerimizle besleyerek canlı hale getiriyoruz. Eylemlerimizi bilinçli bir şekilde ortaya koymaya başlamak ise, hayallerimiz ya da niyetlerimizin sağlıklı ve rahatça akan bir nefes ile bağlanması ve bu bağlanma sonucunda şiirsel duygularımızın yüzeye çıkmasıdır.
Her güne başlarken derin bir nefes alın. Bedeninizi fark edin ve onu nasıl beslemek istediğinizi düşünün. Gününüzü hangi şiirlerle süslemek istediğinize karar verin. Sonra da bedenin içindeki canı nefesiniz ve duygularınızla besleyin.
Namaste!