Eric Berne’nin kitabını okuyorum bugünlerde, adı “Qu’e dites-vous apres avoir dit bonjour?”, Türkçe meali “İnsanların oynadığı oyunlar”.
Dün seçimde müşahitlik yapmak için konsolosluktaydım, bir sürü yeni kişi ile tanıştım. Hiç tanımadığım kişiler, hayatları benden çok farklı kişiler, kızgınlık dolu kişiler, sevecen kişiler, kendilerince yaşayan kişiler. Her gün binlercesi ile tanışıyoruz ve kendi oluş halimizle onlara yaklaşıyoruz.
Ne soracağımızı veya ne söyleyeceğimizi beklentilerimiz, içimizdeki istekler, nereye odaklı olduğumuz, kendi örgülerimiz belirliyor. Bunlar bizim bildiğimiz ve karşıdakini dinlediğimizi sanarak iletişim kurduğumuz hallerimiz. Oysaki karşıdakinin anlattıklarını dinlemeyi öğrenmek farklı bir anlayış gerektiriyormuş.
Bir süredir bedenin kendine ait bir dili olduğuna ve bize aslında her halimizi anlattığına dair yazılar, araştırmalar ve kitaplar ortaya çıktı. Yani benim için yoga kitapları. Ben de kendi bedenimi anlamaya çalışıyorum bu yolla ve başka bedenlerle çalışırken de onları.
Bedenimi binlerce değişik makineden oluşan çok işlevli bir makine olarak görüyorum. Bir gün kahve makinesi, bir gün çamaşır makinesi, bir gün blender… Nasıl neyi öğüteceğini, suyu nasıl damıtacağını, içimde kalmış lekeleri nasıl temizleyeceğini araştırıyorum.
Bedenime ve karşıdakinin bedenine baktıkça, bütün bu işlevler için hangi bölgeleri çalıştırabilmek gerektiğine dair bir mühendislik teorisi geliştirmek için hareketleri uyguluyorum.
Kendi bedeninize bir bakın, size neler diyor? Siz ona merhaba dedikten sonra nasıl yaklaşıyorsunuz ve onu dinleyebilmek için vakit ayırıyor musunuz? Yoksa onun nasıl cevap vereceğini zaten biliyor musunuz?
Bedenim benimle konuşuyor, yardım ediyor, bazen “Bırak beni sıkıştım” diyor, bazen “Rahatlamak istiyorum”… Bir dinleyin bedeninizi, size neler diyor?
Namaste…