Aslında yoga ile kendimize değil de özümüzde olana ulaşmaya çalışıyoruz. Özümüzde olanları açığa çıkarmak ise bazı soruları kendimize sorabilme yeteneğini geliştirmemize neden oluyor. Araştırmacılığa, olanı değişik görmeye, kelimeleri değişik anlamaya ve dünyamızı yeniden yapılandırmaya yarıyor.
Viktor Frankl “Hayatın Anlamı ve Psikoterapi” adlı kitabında niye diye sormaktan bahsediyor. Kendimize arada bir niye bu şekilde davrandığımızı sorduğumuzda, aslında boşluklarda bir arayış içine giriyoruz. “Ne yersin?” sorusuna karşılık “Fark etmez” dediğimi, “Niye Hamburg’a taşındın?” sorusuna “Bilmem içimden geldi” gibi boşlukta elle tutulamayan cevaplar verdiğimi fark etmek, bir an durmayı gerektiriyor.
Bu arayış, belki yeni bir hayat evresine baştan başlarken, yaş günlerindeki gibi kendimi yeniden yaratmaya yarıyor. Aynı olayları yaşarken “Niye bu işe bu şekilde kalkıştım gene?” sorusuna cevap aratıyor, ayaklar artık yere basmak istediği için. Ayaklar yere bastıkça, bedenin içine atılan binlerce malzemeyi alıp tozlarını silmek, içeridekileri suyun içinde gezen yağ parçaları gibi fark edilir hale getiriyor. Sevdiklerimi, sevmediklerimi, bunlara karşı tutumumu fark ederek ilerlemeye teşvik ediyor. Sevmediklerimi atamadığım için onları ne yapacağımı sorgulatmaya başlatıyor.
Sanat terapisinde geçen hafta 5 duyu dersimiz vardı. Tat alma dersinde bir sürü yiyecek getirdik masamıza. Benim düşüncem tatlarına bakıp bir şeyleri yazmak, anlatmak idi. Ancak hoca onlarla bize heykeller yaptırdı ve o heykelleri yedik. “Bazı karışımların tadına normalde bakmayı tercih etmezdim” derken lezzetine varmak farklıydı.
Günler ilerledikçe duyulara bakış açım değişti. Araştırıp kendimi tanıdıkça; sevmediğim, sevdiğim yönlerimi gördükçe hareket etme, cevap verme, ses çıkarma, dokunma halim değişiyor ve bedenimin tam da içinde yer alıyorum.
Dünyayı yeniden keşfetmek ve duyuları aklın kısıtlı sınırlarından temizlemek bu…
Namaste!