“Unity in diversity”. Bu ifadeyi iki şekilde çevirmeyi düşündüm; “bütünlük içinde çeşitlilik” ya da “teklik içinde benzemezlik”.
Bu, Almanca konuşan ülkelerde yayımlanan Yoga Journal dergisindeki “Editörün Sözü” bölümünün başlığı idi. Adlandıramadığım bazı farklılıklara anlam kazandırdı bu başlık.
Doğum ânımızdan itibaren bir benzemezlik içinde yaşamaya ve ayrımı hissetmeye başlıyoruz. Her uzvu aynı olan, ancak birbirinden dilce, dince, renkçe, nitelikçe, gövdece farklı olan varlıklar halinde dünyada yerimizi alıyoruz. Ayrılıklar sadece bu kadarla kalmıyor; duygusal, mahalle, sınıf, okul, ast üst, zengin fakir ve daha bir sürü sayamayacağım ayrılık sarıp sarmalıyor bizi. Ergenlik çağımızda da erkek kadın ayrımı tam anlamıyla başlıyor.
Önce özümüzü kaybediyoruz ve özümüzle özgürlüğümüzü. Sınırlı bedenimizin içine sığmaya çabalarken bedenimizdeki sınırlılıklar bizi rahatsız ediyor. Küçük, büyük, uzun, zayıf, şişman derken “dualite” yerine “sonsuzlualite” yaşamaya ve tamamen yok olmaya mahkûm oluyoruz.
Hintlilerin kutsal kitabına göre, 40’lı yaşlarımızda yeniden hayata atılma ve insan olmanın sorumluluklarını yüklenme zamanı geliyor.
Yeniden hayatla tanışma, sadece yapacağımız dışsal değişikliklerden geçmiyor, özümüzü aramayı, onunla tekrar tanışmayı ve onu içimize almayı gerektiriyor. Tekrar vücudumuzla ve onun kasılan alanları ile tanışmamızı, neden ve ne zaman rahatsızlık çektiğimizi, neden o rahatsızlıkları hissettiğimizi anlamamızı ve taa derinlerdeki yaramızda hangi bilgilerin yerleştiğini görmemizi gerektiriyor.
Şimdi matıma her uzandığımda kendimle ve o ânın getirdikleri ile baş başa kalabiliyorum. Kendimi görmekten ve kendimle bütün olmaktan mutluluk duyabiliyorum. Yoga ile öğrendiğim bu şuurlu, hissederek yaşamı gün içine aktarabilmek; yaşanan ânlardan hangilerini önemseyeceğimi, içimde tutacağımı, hangisini tutmak istemediğimi anlamama ve karşımdakileri de anlayarak cevaplarımı hissederek vermeme yardımcı oluyor.
Ânı matın dışına taşıyabilmek ümidiyle…