Koskoca ahşap ancak eski bir kapı, zaman içinde şişmiş, menteşeleri paslanmış, kapının arkası o kadar dolu ki açılmasın diye artık paslanmış zincirlerle iyice çevrildikten sonra, koskoca bir kilitle kapanmış, doluluktan ve eskilikten çatırdayan bir kapı, kenarı yeşil ve pembe ışıklarla çevrili…
Nefes terapisinde gördüğüm bu kapının her nefes alışımda biraz daha açıldığını ve çatırdağını hissediyordum, en son seansımda tamamen acılı ve sancılı bir şekilde geçti, canım yandı. Bu terapinin sonunda yoga ile tanıştım.
Senelerce içimde, anlayışımla biriktirdiğim acıları, kavram karmaşalarını, ayıpları, utançları, kurbanları, büyüttüm kapının ardında. Yoga ile artık o kapılar açıldı, önce çıkamadı ses, sadece içten içe söylenmeler; sonra yükselen sesler kafamın içinde cırcır böceğinin uğultusuna dönüştü; şu son zamanlarda nehirler gibi akışta o sesler, taştı; olduğu gibi gürül gürül.
“Tanrı’ya inanmıyorsun sen. İnansan ondan başka kimsenin seni cezalandırmaya hakkı olmadığını bilirsin.”
“Biliyorum.” dedi Paulo.
“Hayır, sen kendini cezanlandırdığın sürece ona karşı hep büyüklük taslıyor olacaksın. Oysaki o sana nefreti, aşkı, merhameti, işkenceyi, güzeli, çirkini her karşıtlığı kullanman için verdi. Sense günah işlemekten, utandırmaktan ve utanmaktan korktuğun için hep kendini cezalandırdın.”
Bu sözleri Paulo Coelho’nun “Schutzengel” (Koruyucu Melek) kitabında okurken bütün hayatım bir anda gözümün önünden geçti; söylenen sözlerin anlayışımıza ektiği tohumların bizi ne kadar ezdiğini ve içimizde yok edici bir enerji yarattığını fark etsek de korkularımızın ve utançlarımızın arasına, ne yapacağımızı bilmeden sıkışıp kalıyoruz.
“Hakikat’in kendisi olarak bir zıddı yoktur. Yanlızca şekil aracılığıyla bakıldığında karşıtı vardır, İblis’in Âdem ile karşılaştırılması, Musa’nın Firavun’la karşılaştırılması ve İbrahim’in Nemrut’la karşılaştırılmasında olduğu gibi. Azizlerin ‘karşıtları da’ bir amaca hizmet etmiştir. Azizler, karşıtları sayesinde tanınmıştır.” Mevlânâ (Sufinin Hayat Rehberi, Neil Douglas-Klotz)
Deneyimlerimiz, anlayışımız, algılarımız bizi kirletmelidir ki hayatla tanışıp temizlenmeyi, onu doya doya yudumlamayı öğrenelim. Bu yüzden her yaşadığımıza şükretmeyi ve her yaşadığımızı olduğu gibi yaşamayı, bırakıp olduğu gibi akmayı öğrendikçe gerçeğin temeline doğru yol almak da mümkün hale geliyor.