Dün bir arkadaşımla konuşuyorduk, “Yeni planlarım var, emeklilikten sonrası için” dedi. Büyük bir merakla dinlemeye hazırlanırken, en sonunda kendisi için plan yapabilen bir arkadaşım olduğu için sevindim. Ben annemlerden emeklilik sorasını pek öğrenemedim, annem önce tablo alışverişine verdi kendini, arada tabak çanakla uğraştı ve eski arkadaşları ile haftada bir buluşma dışında bir şey yapmadı. Babam ise emekli olamadan alzheimer ile boğuşmaya başlamıştı.
Arkadaşım “Bir iş yeri alacağım, hani o bayilik veren yerler var ya! Onlardan birini. Sonra da emekli olunca tamamen değişik bir şey yapıp para kazanacağım. Birkaç firmayı gözüme kestirdim bile” dedi. Bir an duraksadıktan sonra, “Peki söylediğin firmalardan hangisinin ürünü senin ilgini çekiyor, seni böyle bir işi yapmak heyecanlandırıyor mu?” dedim. “Yok yani bir bakayım, hem para da gelir, birilerine yardım da ederim…” diye cevapladı. Sonrasında konuşmamız şeklini değiştirdi. Arkadaşım bazı huylarından hiç hazzetmediği eşinin o huylarına benzer halleri nasıl takındığını fark etti.
Dengede olmak, orta yolu bulmak, kendini bilmek… Kendimizden ve bedenimizden uzaklaştıkça, hayal kurmadıkça ya da herhangi bir şeye ilgi göstermedikçe, içimizi şenlendiren kıvılcımlar, içimizde dans etme isteği uyandıran müzikler de kayboluyor. Sürekli tenkit ettiğimiz kişiye dönüşüyoruz. Kendimizden uzaklaştıkça, karşımızdakinden de uzaklaşıyor, hem kendimizi hem de karşımızdakini anlama yeteneğimizi kaybediyoruz.
Beni son iki senedir heyecanlandıran bedenin işleyiş şekli, işletim kılavuzu. Bunu anlamak için yoganın yanı sıra koşu, fitness yapıyorum ve şimdilerde hulahup ile oyun oynuyorum. Çocuklarla oyun grubumda hulahup kullanmayı öğrendim. Göl kenarında tanıştığım, geçirdiği yarı felci hulahup çevirmeye başlayarak tamamen iyileştiren kadın sayesinde, bu yuvarlakla neler yapılabileceğini denemeye başladım.
Sağ kalça kemiğim, sol kalça kemiğimden daha yüksekti. Altı haftalık uğraşımın sonunda kalça kemiklerim aynı hizaya geldi. Ayrıca belim oynaklaşmaya başladı. Dans ederken katı kalan bedenim kıvraklaştı. Değişimi beklemedim, sadece merak ettiğim konuya değişik bir bakış açısı getirmek için başladım hulahupa… Oyun oynamayı öğrendim eğlenerek.
Anton Çehov’un mısraları gibi yaşıyoruz hayatı:
Pür telaş yaşadım
Sanki çok acelem varmış gibi
Meğer yorulmayı ben yaşamak sanmışım…
Daha dün gibi aklımda,
Aklımda kalan gençliğim
Dağ gibi bir ömrü, bilmeden yerle bir etmenin
Şimdi kâh şaşkınlığını yaşıyorum, kâh pişmanlığını…
Beklentili yaşadıkça unutuyoruz çocuksu arzuların ve hayallerin coşkusunu. Beklentili yaşadıkça beklentilerimiz gerçekliğimiz oluyor. Yaşamımız pişmanlıkların ve olmayanların üstüne kuruluyor. Ya da elimizde olanlar değerini yitiriyor. Yerine bir şey koymak bile istemiyoruz, beklentilerimizin sonucunda hüsrana uğramaktan korkarak. Olanla yaşamayı kabul etmediğimiz gibi, yaşamaktan korkan, telaşla yapılması gerekenleri yerine getirmeye çalışan ve yaptıklarımızın tadına varamayan cansız varlıklara benziyoruz.
Sadece kendi zevk aldıklarımızı yapabilmeyi, elimizde olana coşku ile bakabilmeyi, içimizdeki neşeyi dışa verebilmeyi öğrenmenin yolunu hatırlamak bizi yeniden canlı hale getirir. Coşkuyu, tadına vararak, teninizde hissederek, kulaklarınızla duyarak, gözlerinizle görerek yaşamayı öğrenmenin tadını çıkarın. Yaptığınızda beğenmediğinizi değiştirebileceğinizi bilerek, bırakmadan neşeyle kendinizde olanı severek… Namaste!