“Bir şeye nasıl cevap vereceğinizi bilmemekle, nasıl cevap veremeyeceğiniz arasında fark vardır!”
“Aman tanrım kendi sesim mi bu? İnanmıyorum…” dedim
Özgür ile okuma ve diksiyon dersinde bir metin okuyoruz. Daha doğrusu bana okuturken, ben fark etmeden kaydetmeye başlamış.
“Ben mi bu sesi çıkardım?”
Kendimizi ne kadar az tanıdığımızı, ne kadar az bildiğimizi bir bilsek. Bilmemek aslında en güzeli, o zaman deneme, görme, hazırlanma, tekrar deneme imkânlarına sahip oluyoruz. Bildiğimizde ise o zaman denemeden, bir şans daha vermeden, merak edip başkaları neler yapıyor diye bakmadan kesin bir kararlılık sergiliyoruz.
“Ya ben bir zamanlar çok iyi…” ya da “Ben denemek istemiyorum, olduğum hal benim için yeterli” sözleri ile kendimizi ne kadar kısıtladığımız, ışığımızı ne kadar sakladığımızı öğrenme yetisine bile sahip olmuyoruz. Eski ile yeniyi birleştirmeye çabalayıp duruyoruz. Oysa bilmeyince ve merak edince, bilmediğini içselleştirince ve kabul edince o zaman kendimizi, kendi gerçek değerlerimizi öğrenme şansımız daha çok artıyor.
Eğer bilmediklerimizi denemeye ve onları hayatımıza geçirmeye karar verirsek, hem kendimiz yapabildiklerimize şaşıracağız, hem de diğerleri bize daha çok ilgi ve merakla bakacak. Bütün bu yenilikleri keşfetme sorumluluğunu aldığımızda, başka bir yaklaşım geliştirmeye, olaylara değişik şekillerde cevap verebileceğimizi fark etmeye başladığımızda da temas ederek kendimizin bilincine varır, içte ve dışta fark edilir ve fark edilmenin verdiği his ile yeni bir çağ açarız.
İyi haftalar! Namaste…