Hep oldurmaya çalışmak. Oldurmaya çalışmak için şekle sokmak, sokarken ne şekle soktuğumuza, neden öyle yaptığımıza, neleri istediğimize bakmamak. Aslında istediğimiz sadece özgürlük. Özgürlüğümüzü, ancak istediğimizi biz şekillendirirsek bulacağımızı zannederek geçiriyoruz hayatımızı.
Özgürlüğü bulacağız derken binlerce duvar örüyoruz etrafımıza, istediklerimizi kaybedip, istemediklerimizi kendimizde tutuyoruz. Özgürlüğün hep kendi istediğimiz olduğunu zannediyoruz. Halbuki özgürlük kural ister, sınır ister, yapabilmek için verebilmeyi, verirken ta derinlerde olanı alabilmek için önce görebilmeyi ister.
Ta derinlerde saklı olanı yüzeysel olarak bulmak gayret ister. Ta derinlerde saklı olanı görmek değil, anlamak değil, onun beni yaşarken nasıl hayatta tuttuğuna bakıp, hayatta kalmak yerine yaşamayı seçmemi gerektirir.
Yaşamak, bir bombanın düşeceği korkusu ile sokağa çıkmamak değildir, yaşamak bir bombanın düşeceği ihtimalini yok saymak da değildir. Bomba tehdidi altında yapmak istediklerimi yapabilmek adına, güce sarılmak, öfke ile yermek, her şeye bir kusur bulmak değildir.
Dayanmak, varlığına anlamak yüklemek, olmazsa olmazlardan kurtulup, olmayanların içinde olanları görmek, olanların içinde yapılabilecekleri yapabilme cesaretini bulmaktır. Doğru ve yanlışı aramak yerine nerede, hangi kelimede ne gördüğümüzü, bize neler çağrıştırdığını ve içimizde yerleşen korku, utanç, sonra da öfke ve nefret gibi duyguların nereden geldiğini, yani ne aradığımızı bilme yetisini getirir.
Acıyı duyumsamak, yogada asana yaparken mümkündür. Asana yaparken acıyı hisseder ve onunla başka bir şekilde ilerlemeye karar verirsek onunla konuşma, iletişime geçip hissetme yetisine de sahip oluruz. Acı çekmemek için kendimizi korur, koruduğumuz zaman da ona karşı bir zırh oluştururuz. Bu zırh bizim bütün özgürlüğümüzü yok eder, alır götürür. Oysaki acının bana verdiği yetileri anlarsam ancak o anda duruşun içinde kalabilir ve o acının yok olması yerine sürerken bana ne hissettirdiğini, o hissin benim yapabilme kabiliyetimi geliştirdiğini, yapabilme kabiliyetimin bir sınırı olmadığını fark edebilirim. Doğru olan şekilde değil de sadece ta derinlerde bir ferahlık hissine ulaşmak için kendi nefesimizle bütünleşir, onu alıp sonra da vermeyi, verilenin bizi rahatlattığını, alınanın ise hissedebilmek için bir yer açtığını anlarız.
Kendime nedenler bulmak yerine, neden yapamadığıma odaklanmak yerine, ne yapmak istediğime odaklanmak benim acının içinde var olmama neden olur. Bu dünya acıdır, ben de bu acıyı yaşamak istiyorum yerine, acıyı alma şeklimi, acıyı yaşama şeklimi anlamamı, acıyı daha acı hale getirip, o acının beni katılaştırması yerine acıyla iletişim kurmamı sağlar.
Var olmak, görülmek, kabiliyetlerimin bilinmesi yerine varlığımı kabul etmekle başlar. Var olmayı kabul etmek ise sadece dokunabilmektir.
Açıklamalara takılmadan ta o derinlerdekini arayarak geçireceğimiz, belki de kelimelere dökemeyeceğimiz ve sadece yaşarken öğreneceğimiz bu acının ve varoluşun kelimelerde yaşayarak can bulmasına izin vermek dileğiyle…
İyi hafta sonları!