Geçen sabah köpeğimi gezdirirken aklım düşüncelerle dolu, elimde kaka toplamak için torbalarla yürürken bir aralık duydum. Minik sokağın tam orta yerine kakasını yaptı ve ben yürümeye devam ettim. Ta ki bir an durup ay ben kakayı toplamadım, diyene kadar. Bari anda olana dönüp burada olduğumu hatırlayayım, diyerekten sokaktaki çöpleri toplamaya başlayana kadar. Çöpleri toplarken Millet gazetesini gördüm, açılıp yere atılmış sayfadaki “Dövüldü ve dövmeyi öğrendi” başlıklı yazıyı okudum. Önce alıp torbaya attım. Sonra davranışlarımızı, yogayı ve yoga asanalarını düşündüm.
Hayat içinde biz de gördüklerimiz, görerek anladıklarımız ve taklit ettiklerimiz ile var oluyoruz. Duygularımız işin içine giriyor, yorumluyoruz, unutmak istediklerimizi bir kenara ayırıp, “yapmayacağım ve yapacağım şeyler” listesini yazmaya başlıyoruz. Kendimizi ifade ederken ise “yapmak istemediklerim” listesinin tersini yaparak var oluş savaşı veriyoruz. Üçüncü liste de “yapmak zorunda olduklarımız” olarak karşımıza çıkıyor.
Sevilmek, mükemmel olmak ve var olabilmek için yaptıklarımızın bir parçası halini alıyoruz.
Dövülürken kendini savunmayı öğrendi, savunmayı öğrenirken kendini korumayı, korurken dokunmayı, dokunurken hissetmeyi, hissederken sevmeyi ve sevilmenin tadına vardı. Bizler değişmek yerine dönüşmekten, dönüşürken madalyonun diğer yanını görmekten, hissetmekten, anlamaktan uzaklaşıyoruz.
Yoga hareketleri yaptırmak için konuşmayı öğrenmek, yoga yaparken bedenimizi dinlemek, bedenimizi dinlerken kendimize uygun bir duruşun içinde dönüşmeyi unuttuğumuz gibi, verilen komutları, gösterilen hareketi yapmaya çalışmamız gibi. Hayal kırıklığına uğruyor, karşımızdakini kıskanıyor, onun gibi olamamanın acısı ile ya pes ediyoruz. Ya da kıskanıp bedenimizi sakatlayana kadar çalışıyor veya bedenimizin his ve edinimlerine dikkat etmeden yoga asanalarını mükemmel yapana kadar uğraşıyoruz.
Hayatın içindeki dönüşümün bile farkına varmadan, onun içindekileri alıp, değiştirip yok edici buluşlarımızla bozulan biz oluyoruz. Gözlerimizin görememesine, kulaklarımızın duyamamasına, dilimizin ve elimizin tat alamamasına izin vererek yola devam etmemiz veya geriye dönmeye çalışmamız gerektiğine karar verene kadar.
Ne dönülecek bir geri, ne varılacak bir yol var, sadece A harfi ile heyecanlanacağımız, U harfi ile şaşırıp bu da böyleymiş diyeceğimiz, M harfi ile tadına varıp olanı algılayacağımız bir an gelene kadar. (Sharon Gannon’ın AUM veya OM’un anlamını anlatışından alıntı).