Her an bir savaş alanında veya bir proje masasında yaşıyoruz. Arzular, yapılması gerekenler, yapılmak istenenler ve her birini ortaya koyarken hep acabalar veya zorlanmalar. Bütün bu karmaşanın içinde ne tür duygular içinden geçiyoruz, ne tür donanımlara sahibiz, onu bile fark etmeden ilerliyoruz hayat içinde.
Oysaki bedenimiz her şeyi içinde barındırıyor. Bedenimiz, aynı bizim gibi kendini güvende hissetmeyi seviyor ve yaratımımız buna elveren bir sinir sistemi ile donatılmış. Bu sinire de vagus siniri deniyor. Bedenimiz o kadar mükemmel bir yapıya sahip ki tehlikeden, endişelerden uzak bir şekilde güvende yaşadığımızda ve sağlıklı bir beden yapımız olduğunda sosyal etkileşim içeren davranışlar sergileriz. Ancak tehdit altında veya tehlikede olduğumuzda otonom sinir sistemimiz, vagus sinirinin ventral aktivitesi kapanır ve daha evrimsel bir aktiviteye döneriz. (“Vagus Sinirinin Gücünü Keşfetmek, Stanley Rosenberg”)
Kendisini ayarlama, dengeleme ve iyileştirme yeteneğine sahip olan beden karşımızdaki ile ilişkilerimizi bile yapılandırmamıza yardım ederken, bizler o bedene nasıl bakıyoruz? Her gün kalktığınızda bedeninize aynada dikkatlice bakın, sadece güzelliği çekmesin dikkatinizi ya da size görünen çirkinliği. Onun içinde ne cevherlerin gizli olduğunu öğrenin.
Bir beden kendini niye öne eğer? Bunu kendi sinir sistemini rahatlatmak amacıyla yapıyor, bu sayede kişinin sürekli bir savaş, kaç ya da geri çekil modunda olmamasına yardım etmeye çalışıyor. Aynı zamanda enerji tasarrufu yapmaya yönelik olarak hareket kabiliyetini kısıtlamaya da dikkat ediyor.
Peki bedenimiz bize bu kadar dikkat ederken biz beden için ne yapıyoruz? Kendi bedeninize bir düşmanınıza uygulayacağınız davranışlardan daha fazlasını mı uyguluyorsunuz? İçinde bulunduğunuz kültürden dolayı kendine şefkat göstermenin kibir ya da egoistlik olacağını mı düşünüyorsunuz?
Şefkatimizi kendimizden esirgemediğimizde, daha sevgi dolu, daha adil ve daha sorumluluk sahibi bir insana dönüşebiliriz. (Huzursuz Beyin)
Namaste!