“Koşulsuz sevgi nedir?”, “Koşulsuz sevmek nasıl olur?” gibi soruları sordum kendime, sanat terapisiyle eşlik etme derslerini öğrenirken.
“Koşulsuz sevgi” kavramını, her insanı biricik ve doğuştan iyi olarak kabul eden Hümanistik Psikoloji anlayışının içinde sıkça duyarız. Carl Rogers, karşımızdakini sahip olduğu her şeyle, tüm yaptıkları ile sevmek ve ona saygı duymak anlamında “koşulsuz kabul” kavramını kullanmıştır. Bu yaklaşıma göre, kişi hata yapsa da, istediğimiz gibi davranmasa da onu kabul etmeye ve sevmeye devam etmek gerekir. Viktor Frankl, kişinin içindeki baş etme ve gelişme potansiyelini ortaya çıkarabilmesi için koşulsuz kabule ihtiyacı olduğunu vurgulayarak koşulsuz sevginin öneminden söz etmiştir. Tabii ki bu yaklaşımlar tek cümle ile özetlenebilecek kadar yüzeysel değildir, her birini daha derin anlamak gerekir.
Bunlar teorik, kitabi cümleler gibi gelse de “Kendimi ne kadar koşulsuz sevebilirim?” sorusunu sordum kendime! Bedenim şu kadar zayıf olmazsa, kollarımdaki kaslar yeterli olursa, bolca bilgim olmazsa, yeteri kadar eğitim almazsam gibi uzun bir listeyi önüme aldım ve böylelikle insanlara olan bakış açımı ortaya koymaya çalıştım. Gene de içimden bir ses karşımdakini pek de öyle değerlendirmediğimi söyledi. Aldığım terapiler sonrasında karşımdakilere daha iyi niyetli, daha nazik, daha dinleyerek bakmayı tercih ediyorum, ancak yakınlaştıkça bu tercihim eleştirel söylemlere dönüşüyor.
Kendi listemi elime aldığımda annemin vefatına yaklaşık bir sene kalmıştı, babam ise vefat edeli 4 sene olmuştu. Başladım kendi özelliklerimi annemle ve babamla karşılaştırmaya, “Kendimi böyle olunca sever miyim?” demeye. Her ikisi de okumuş, bilgili ancak bilgilerinin içinde katı kalmış ve değişim yerine olması gerekenleri önde tutan insanlardı. Ben de buna karşın sadece başkaldırı ile yürüyen biri. Her ikimizin de tutunduğu dalın aynı olduğunu görünce, “Neleri nasıl değiştirsem”, “Bunların yerine nasıl bir hareket tarzı koysam”lar, sonrasında “Acaba onlar ne yapardı” sorgulamaları geldi ve babamla olmasa da annemle kısa kısa bu konularda fikir alışverişi yapmaya başladım. Onun da aslında nasıl kendince denemeleri olduğunu, ancak güven içinde olmadığını düşündüğü için bazı değişim ve dönüşümleri gerçekleştiremediğini dinlemek, nerelerde takıldığımı bulmamı sağladı.
“Sana açıkladıklarında değil, sana açıklayamadıklarındadır insanın gerçeği. Bu yüzden onu tanımak istediğinde söylediklerine değil, söylemediklerine kulak ver.” Halil Cibran
Yavaş yavaş çizerek, yazarak ve bedenimle ilişki kurarak kendime bile söyleyemediklerimi dinlemeye, anlamaya ve kabul etmeye başladıkça daha derin bir dinleyişle merak eder oldum kendimi ve diğerini.
Kabul ediş, dışarıdan bakabilme ve tanık olabilme hallerimle hem kendime hem de diğerine yaklaşmayı öğrendim.
Siz kendinizi ne kadar koşullu ve koşulsuz kabul ediyorsunuz? Bir bakın. Hangi koşullar sizin engelliniz, hangileri sizin yardımcınız…
Namaste!