David Life, bu ay konu olarak, hikâyeler, masallar, efsaneleri seçmiş. Evet hayatımız, her gün ve her an korkulu, endişeli, huzurlu, mutlu, sevgiyle sarsılan bir hikâyeler zinciri. Her anımız bütün bunların toplamı. Yogada ise her asananın bir anlamı, üzerinde çalıştığı bir alan ve aynı zamanda tanrı veya tanrıçalarla ilgili bir efsanesi var. Her bir efsane yaşanmışlığın içinden geçen ve bir anımıza, bir yanımıza dokunan bir araç.
― Neredesin sen gene!
― Sorma tatlım, orası burası derken bir türlü yerimde olamıyorum, neyse ki sen hep buradasın, geçerken uğruyorum.
― Yok canım ben de çalışıyorum, işim çok…
― Hayır benim demek istediğim, ben dolaşarak sen buradan işleri yürütüyoruz, birimizin sabitliği ikimizin de görüşmesine yarıyor…
Bir türlü bitiremediğimiz ve boşluğunu dolduramadığımız bir kâse, aynı Sveketu’nun hikâyesinde olduğu gibi:
Sveketu’nun babası çok büyük bir ermişti. Oğluna doğayı, evrenin doğasını, görünmeyeni ve evreni kaplayan özü anlatırdı. “Bu işte gerçek olandır. Bu tanrıdır. Bu ustalıktır.” Her gün babasından bu sırları anlatmasını ister ve daha fazlasını öğrenmeyi dilerdi. Babası bir gün Sveketu’dan, su dolu bir bardağın içine bir tuz kayasını koymasını istedi ve sabaha kadar bırakmasını söyledi. Ertesi gün babasının yanına geldiğinde, babası Sveketu’ya bardaktan tuzu çıkarmasını söyledi. Fakat Sveketu bardaktaki tuzu bulamadı. Babası bu sefer suyun tadına bakmasını söyledi, Sveketu bardaktaki tuzu göremedi ancak tadına vardı. “Evladım” dedi baba, “İşte evrende olan görünmez ve ince bir zekânın ürünü olan evrenin özü de aynı bu şekilde bizim olma halimizdedir. Bunu bilmek de sanatın kendisidir”. (Chandogva Upanishad)
Evrenin özünün tadına yoga ile varmak dileğiyle…