Hareket içinde sürekli kafamızda gezen düşünceler ya da o düşünceleri unutmak veya duyguların ağırlığını hissetmemek için hareket halinde bir şeyler yapmak, yaşamanın ve anın tadına varmayı engelliyor.
Hareket ederken, konuşurken kendimizi bir aynada seyredebilsek, bazen neler yaptığımızı görünce şaşırır hatta ne kadar bana benzemeyen biri, diye düşünürdük. Bugün bir öğrencimle ders yaparken aslında hareketlerimizin nasıl da yerleşik olduğundan bahsettik. Bu yerleşik hareketlerin günlük hayatımıza da ne kadar yansıdığını.
Pozlara girdiğimizde, beden kendi içinde kaslarını hareket ettirmeye başladığında, bizler kafamızdaki düşünceleri ya da buna bağlı gelen duyguları canlı tuttuğumuzda, dinlenme ve beden içinde varoluştan çok “kaç ya da savaş” pozunda kendi içimizde bir dengesizlikle karşılaşırız. Bu içimizdeki dengesizlik hareketlerimize, düşüncelerimize, memnuniyetsizliğe ve bir türlü oturmayan bir rahatsızlık duygusuna dönüşür. Ya pozdan çıkmak isteriz, ya pozu bir türlü yapamayız ya da dengemizi kaybederiz.
Aslında matın üzerine bedenimle olumlu bir ilişki kurmayı öğrenmeye çıkarım. Dirençlerimi bırakıp, esnekliğimi kazanırken bedenin de benle rahatlayarak yeniden can bulmasını amaçlarım. Matın üzerine gerçeklikle ilgisi olmayan ve geçmiş yıllarda yaşadığım korkuları, ümitsizlikleri, hayal kırıklıklarını getirerek, kendi gücümü kaybederim. Bedenimle yaşadığım ilişkiyi tehdit altında var etmeye çalışırım.
Karşınızdaki ile ilişkiniz nasıl? Kafanızdaki düşüncelerden kurtulmak adına mı bir şeyleri daha çok yapıyorsunuz ya da hareketsiz hale gelip içinize kapandığınız oluyor mu bir bakın.
Olmayanlardan, olacaklardan dolayı acı çekmek yerine, günlük hayatımızda ya da matın üstünde yaptığımız eylemlerin sonucuna bakmadan, eylemlerimizi süreklilik içinde yapılması gereken bir zorunluluk olarak görmeden ve bu eylemlerin sonunda olacakları planlamadan yapmak bizi yaşamın içinde var eder.
Namaste!