“…Bir okul öğretmeninin aynı konularla ve aynı öğretme şekli ile bir sürü değişik yapı ve kabiliyeti olan çocuğa öğretim vermesidir asıl sıkıntı yaratan. Çocuklar için doğru yolu seçmediğimizde, onların kalbine dokunmayan öğretileri vermek ve bunların uygulamasını onlardan istemek, boşa harcanan zamandır.”
Montaigne – 1580
Bizler din, dil, ırk, kabiliyet, algılama, sosyal alan düşünmeden öğretileri alır ve veririz. Nasıl algılandığını bilmeden, neler algınlandığını bilmeden, ortaya çıkması gereken sonuca odaklanırız. Bir de doğru sonuca gitmenin tek bir yolu olduğuna ve bu yolun da uygun ve herkese uyumlu olduğuna inanarak yetiştiriliriz.
Oysa bir sonuca gitmek için tek bir yol yoktur, doğru yoktur, yanlış yoktur. Sadece bizim kalbimizin kabul edip algıladığı ve içine sindirerek ortaya atabileceği bir yol vardır. Doğru olan da bu yolu izlemektir aslında.
Öğretmenlik, eğitmenlik, annelik, babalık, yoldaşlık doğru olanı öğretmek değildir. Her bireyin kendi yolunu bulması, kendi isteğini söyleyebilmesi ve istediklerini kendi becerileri, algısı ve empatisi ile ortaya koyabilmesine yardım etmektir.
Ortaya çıkacak sonuç o zaman birliktelik, bütünlük içinde olur. Rekabeti, kıskançlığı, bilgiyi, cehaleti, hareketi, değişik şekilde bakabilme yeteneğini, teması, dokunmayı, duymayı, tat almayı, görmeyi güzelleştirir ve uyumlu hale getirir. Ancak o zaman dengede bir bağlantı meydana gelir.
Kendi bedeni, yetenekleri, özelliklerini bilmeyen, başkalarının ve öteki olarak kabul ettiklerinin yapısını göremez. Anlayışına sahip olamaz ve kendi sınırlarını bilmediği için başkalarına da sınır koyamaz. Sınırlarını bilmeyen de sonsuzluğunu bilemez.
Sınırlarımızın kendimizde olduğunu fark etmek, sınırların ötesine geçebilme yeteneğimizi artırır.