Hepimiz, canlılığımız yok olana ve rahatsızlıklarımız iyice kendini belli edene kadar, yaşamsal güçlerimizi, tamamen kendi zevklerimize, para kazanmaya, alışkanlıklarımızı korumaya, korkularımızı beslemeye harcıyoruz.
Korkularımız gerçeğe dönüşüp kazandığımız paraları hastane ve ilaçlara harcamaya başladığımızda ise pek çoğumuz, “Bu işleri yapacak vaktim olmadı”, “Çocuklar o kadar zamanımı alıyordu ki” veya “Yapmak lazım ama bizim zamanımız çocuklarımız için aktı gitti, neyse …” gibi kurban söylevleri ile geçiştirmeye çalışırız.
Aslında bütün bu çalışmalara başlamak kendini anlayabilmekten geçtiği için sağlıklı yaşama geçiş bizi korkutur. Kendimizi anlamaya, tanımaya başladıkça içimizdeki duygu sistemleri, sonra duygularımız ve ardından da organlarımızla bağlantıya geçmeye başlarız.
Eğer zihnimiz, kalbimiz, bedenimiz, organlarımız veya duyularımız dingin değilse, biz dengemizi yitirdiğimiz gibi bağlı olduğumuz çekirdek sistem olan ailemiz başta olmak üzere, iş yerimizdeki arkadaşlarımız, onların aileleri ve devamında bütün çevre ve evren de zarar görür.
Bir nefesi alıp vermek, nefesi yaşamak, nefesin içinde nefes alıp verdiğimizin farkına varmak, bizim enerjimizin tamamıyla dönüşümünü sağlamak için Tanrı tarafından bahşedilen en büyük mucizedir.
Nefes alın, aldığınızı fark edin.
Nefes verin, geleni evrene bırakın.
Gülümseyin.
Dudaklarınızda, kalbinize dokunan sevgi dolu enerjiyi hissedin.