Modern hayat duyularımızı çürütüyor ve yarının hastalıklarını yavaş yavaş hazırlıyor. Anın içinde kalmanın hafifliğini yaşamaktansa, anın içinde olmanın sıkıntısı ile zamanı geçiriyoruz. Kendi kaosumuzu yarattığımız alanda ise hep bir adım geri atıp geçmişin içinde yaşamayı ve ertelemeyi seçiyoruz.
Düzenli bir hayatı hiç sevmedim, sıkılmaya vaktim kalmasın diye hep değişikliğin peşinde koştum. Bir zaman geldi, değişiklik yapmak bile sıkıcı gelmeye başladı. “Sıkıcı gelince değiştiririz” demişti Dr. Özge Orbay bana. Sıkıcı gelince değiştirmek, içinde yeni bir alan yaratmak, yaratıcılıkla bir araya gelmek ve o yaratıcılık içinde yapabilme halini bulmayı getirir. Oysaki bizler uç nokta arayışı ile yapılan sıkıntıdan kurtulma hamleleri ile ayağa kalkıyoruz. Sonrasında toplumla bağdaşmamanın, aykırı olmanın korkutucu, endişe veren yüzü ile karşılaştığımızda geri çekiliyoruz. İçimizde bulunanları dışarı döküp neden, keşke, nasıl yapsam, bana bunlar yapıldı gibi söylemlerle debelenmeyi tercih ediyoruz ya da vazgeçişler yaşıyoruz.
Oysaki hayal kurmak, içimizde bulunanların resmini çizebilmek, o resimlerin getirisini ve götürüsünü anlayarak hayatı yeni bir şekilde düzenlemek bizi yeniden canlı hale getirir. Kendi hayallerimizden korkar olunca ise geri çekilip herkes ne yapıyorsa aynı onun gibi davranmayı seçiyoruz.
Dün benzinciye girdiğimde kasanın yanında bir tabak, tabağın üstünde bulut şeklinde kesilmiş bir karton, kartonda “Prada çantamı alma hayali” yazısı ve altında minicik bir kadın ve kocaman çantasının resmi vardı. Resimde tek renkli alan çanta idi. Kasanın arkasında mini minnacık bir kadın ve tabağın içinde 5, 10, 20 sentler. Bir anda kadına baktım, “Yazıyı mı okudunuz, bu benim hayalim” dedi. “Onu alınca ne olacak, daha orasını çizemedim, önce onu almak için parayı bir araya getirme hayalimi çizdim. Bu tabağı çalışırken kasamın yanına koyuyorum” diye devam etti.
Hayal gücünü harekete geçirmek bedenle başlar. Bedeni harekete geçirmek sadece sporla olmaz. Bilinçli beden hareketleri, beynimizle konuşma imkanını yaratır. Sonrasında beden ile ilişkiye girdikçe ve onunla iletişimde kalabildikçe içerideki bütün sistemler çalışmaya başlar. Hareket, deriden kaslarla dokulara temas ettikçe içeri doğru yayılır. Yayılan bu hareket, sinir sistemini harekete geçirir ve beynin algılamasıyla bir geri bildirim oluşturur. Geri bildirimler her seferinde binlerce düşüncenin oluşmasına ve o düşüncelerin canlanmasına neden olur.
“Şimdi ayağa kalkıp bu düşünceyi ortaya koymaya çalışırsam komik olurum” ya da “Geçmişte şu olmuştu, bu yüzden bunu yaparsam zaten bunlar başıma gelir” düşünceleri ile kendimizi durdurmak ise bizleri yolumuzdan alıkoyar, yaratıcılığı yok eder ve dünyamızın içindeki kaosun dengesini bozar. Hastalıkları getirir ve anın içinde var olmak yerine geçmişin kırıntıları ile yetinmeyi sağlar.
Hareket sadece spor değildir. Bedensel hareketler, bizi bedenle ilişkiye sokar ve içimizdeki evrenin bütün bilgisini, tarihini, renklerini ortaya çıkarmaya yardım eder. İçimizde olanları bastırmak ise kendimizin ve hayal edebileceklerimizin değerini azaltmaya, keyfini hissedememeye, duyuları öldürmeye, kısıtlamaların içinde yaşamaya ve yavaş yavaş bedenin içinde hapsolarak yaşayamamaya iter. Ve bir gün beden bana, ben bedene cevap veremeyecek hale gelirim.
Neden, nasıl, keşkeleri bırakıp, bedenin diline kulak vererek hayal dünyamızın kapılarını aralamaya çalışmak bizi anın içinde var eder. Şöyle olsaydı, dediğimiz minik düşünce bulutlarının güneşi ortaya çıkarmasına olanak verir.
Hayalinizi çizin, sonrasında her bir basamağını bulutların içine çizeceğiniz minik hareketler ve eylemlerle süsleyin, ta ki güneşin ilk ışıklarını ortaya çıkarana kadar.
Namaste!