Descartes bir zamanlar “Düşünüyorum, demek ki varım” demişti. Şimdilerde nörologlar, psikoterapistler ve psikiyatrlar “Bedenim var olduğu için düşünüyorum” diyor. Düşüncelerimiz bedenin içinde var olurlar, aynı duygularımız gibi. Eylemlerimiz de bedenimizin içindeki düşüncelerimizin dışa vurumudur, aynı sözlerimiz gibi.
Eğer bedenimiz olmasa düşüncelerimiz, tarihçemiz, örüntülerimiz de var olmayacaktı aslında. Bedenimizin tümü sürekli kendini anlatıyor. Ablamın osteopatı ile konuşurken “Bütün ağrılar bedene vurur” dedi. “Bedene vururlar ki, kafamızın içinde biriktirdiklerimizi fark edelim ve onların geçmişte bize neler getirdiklerini ve neler götürdüklerini anlayalım isterler.”
Ancak bizler bedenin bu konuşmalarını yaşa ya da spor yapmamaya bağlarız. Sonra doktor doktor gezip her birine ya ilaçla, iğne ile ya da ameliyatla bir çare buluruz. Bazen yoga ya da pilatese giderek ağrılarımızı dindirmek isteriz, ancak bedenin içinde biriktirdiklerimizi anlamazsak, hareketlerde karşılaştığımız sıkıntıları ya da yapamamazlıkları bedenimizin hatası ya da yaş alması olarak yorumlarız.
Bedenimizin içinde biriktirdiklerimizi anlamak için kendimizi izlemek, aslında burada ve bu anda olmayı gerektiriyor. Bu anda olmak, yaptıklarımı takdir etmekle, beğenmediklerim hakkında düşünmekle ve bedenimle nasıl hareketler gerçekleştirebileceğimi denemekle başlar. Denedikçe, bedenimin içinde nasıl hissettiğimi fark ettikçe, bedenimdeki ağrıların nasıl değiştiğine ve bazen de yok olduklarına şahit olma imkanına sahip olduğumu bilmekle başlar.
Bu yüzden bedeninizi hareket ettirin. Sadece bildiğiniz işleri yapabilmek için değil, hayal edebildiğiniz işleri yapabilmek için kullanın bedeni. Hayatınızı istediğiniz gibi yaşamanızı engelleyen ve hep tamamlanmamış hissettiren korku ve endişeleri geride bırakıp, hiç bilmediğiniz bir yolculuğa çıkma iznini verin kendinize.
Namaste!