Sonsuzluğun sınırları içinde yol alıyoruz. Yolun başı da sonu da belli, ancak yolun her gün daha da değişebileceğini, başkalaşacağını bilmiyoruz. “Çizilmiş bitti” ile “Her gün yeniden çizilecek” inanışları arasındaki büyük farkı anlayamıyoruz.
Heyecanlarımız her gün biraz daha artarken, bildiklerimizi hatırladığımızda yolun nasıl olacağını da kavradığımızı zannediyoruz. Tanrı bizde, Tanrı dışımızda, bir yaratıcı güç. Yok biz biriz, aman da değiliz.
Aslında yazılanlar çok basit olduğu için kavrama sınırlarımızın dışında kalıyor. Kendimizi hep karmaşık anlama eğilimine kaptırıyoruz, sonra her şeyin basitliğinde, hep anladığımıza inanıyoruz.
Anladıklarımız kendi yolumuzun taşları, biri diğerine benzemiyor, aynı parmak izlerimiz gibi. Kesinlikle bir çözüm yok. Ama biz anlatıp diğerlerini de bilgilendirmeye ve perdelerini kaldırmaya uğraşıyoruz.
Karmaşık olan yaratılmış olanlar.
Yogada bir hareketi tanımlamak, anlatmak için emir kipi kullanılır, düz beş-altı cümle ve hareket aslında tamamına ermiştir. Bizim zekâmız ise hareketin tamamına ermesi için neden, nasıl sorularının cevabını ve “Ee bir de resmi olsa”, “Bir gösterseniz” taleplerinin karşılanmasını bekler. Ya da kendimize kimin, nasıl ve neden emir verdiğini düşünürüz.
Anladıklarım ve anlatabileceklerim konusunda hep bir “ES” vermek. Konuşurken hep bir “ES” vermek. Hareketleri yaparken de “ES” verip hareketin içinde ne olduğunu anlamak yerine, sadece onun size seslenişini dinlemek için yoga yapmak.
Göründüğü gibi zor değil, sadece orada kalmak… Sessizce durmak, hareketin içinde akan durağanlık olmak… Sınırlı beden
de sonsuz olmak.