“Geçen gün bizim komşu aradı, teknenin motoru suya inmiş diye. Gittim ki sular çekilmiş ve suya inmem için tekneye atlamam gerekli, atlarım atlamasına da sonra nasıl çıkarım. Aman deyip bıraktım, bırakmasam belki de biri gelip beni bulana kadar teknenin içinde oturmam gerekecekti. Fırtına mevsimi… Bizim sitenin işlerine bakan oğlanı aradım, zamanın olduğunda gel de bunu çıkar diye ve teknenin motorunu bozulma pahasına orada bıraktım.”
İşte bu dayımın bana verdiği hayat dersi. Hayatımız da böyle. Sabah kalktığımız andan yatana kadar her söylediğimiz, her yaptığımız, her deneyimlediğimiz sonsuz olasılıklara açılan kapımız. Kendimiz için kararlar alıyoruz; hiçbir kararımız ne annemiz, ne çocuklarımız, ne de Tanrı için. Sadece biz öyle söylüyoruz.
Teslimiyet de bu olsa gerek diye düşünüyorum, aldığım en küçük kararın farkında olup sonucunu bilmeden bu kararı uygulamak. İnsanlar hakkında yorum yapar, başkalarının kararlarını sorgularken fark etmemiz gereken tek şey bu. Dedikodu yaparken, başkasını tenkit ederken neleri nasıl düşündüğümüzü ortaya koyup sıkıştığımız alanları ortaya çıkarıyoruz. Bir şeyi yapmamaya ya da yapmaya karar vermeye adım atıyoruz, attığımız adımları düşünmeye çalışıyoruz. Ve orada sıkışıp kalıyoruz.
Yoga sayesinde sıkışmanın sonunda hep bir açılma, değişim meydana geldiğini cisimleşmiş bir halde anlamaya ve görmeye başladım. Değişimin aslında ele tutulur ve gözle görülür olduğunu anladım. Ancak değişimin nereden geleceğinin, nasıl başlayacağının ve ne olduğunun, hiçbir zaman çözemeyeceğim bir denklem olduğunu anladım.
Sabırla bekleyip görmenin hafifliği ile yaşamak dileğiyle…