Hayatımız bir hikaye. Yaşarken o hikayenin neresinden bakıyoruz, baktığımız yerin içinde ne kadar yaşıyoruz; bedenimiz, ruhumuz ve düşüncelerimiz ne kadar birbiri ile uyum içinde…
Hikayelerimizin çoğu yaşandıktan sonra içimizde bir anlam buluyor, başkasının gözü ile şekil değiştiriyor, bizim bakış açımız bazen farklılaşıyor. Bazen de eskisinden daha çok görüş açımız kayboluyor. Ya geçmişin deneyimlerinden dolayı hüsrana uğruyoruz ya da geleceğin endişeleri ve bilinmezlik içinde yaşama yetilerimizi kaybediyoruz.
Aile dizilimi derslerinde Mehmet Zararsızoğlu tam bu kelimeleri mi kullanmıştı bilmiyorum ama “Hikayenizi çokça ve tekrar tekrar yazın” demişti. Kendi hikayemi bir değil bir sürü kez yazdım, her yazdığımda hikayem şekil değiştirmeye ve hayat anlayışım da farklılaşmaya başladı.
Yaşama şeklim yavaş yavaş değişirken, kendi varoluşumun içinde de değişimler yaşamaya ve olayları başka açılardan görmeye özen gösteriyorum. Bir hikayenin sadece bir yönü olmadığının ve aslında ne kadar da renkli hikayeler demeti olduğunun bilincine varıyorum coşkuyla.
Hikayemi yeniden yazdıkça, yaşanacak daha ne kadar farklı şekil, desen ve düzen olduğunu görüyor, hayatımı gün be gün kurgularken hikayemin en küçük detaylarını fark ediyorum. Küçücük bir değişimin o anki duygumu nasıl da değiştirdiğini hissediyorum.
Siz hikayenizi hiç yazdınız mı? Hikayenizi yeniden yazarken yaşamın içinde yeni dünyaların kapılarını açtınız mı? Bugün küçüklüğünüzden bir anıyı kendinize anlatmaya ne dersiniz?
Namaste!