Nasıl bir iç gözlemciyim? Ne zaman ne yaptığımı fark ediyor muyum? Gün içinde kendimi ne kadar anlıyorum? Kendi hislerime ne kadar dikkat ediyorum ya da yaptıklarımı ne kadar görebiliyorum?
Bir yemeği yerken ya da bir şey içerken bunların benim duygularıma ve/veya düşüncelerime nasıl etki ettiğini fark ediyor muyum? Çabuk mu kafam dağılıyor! Rüzgarın bedenimi ya da saçlarımı okşayışını, güneşin yüzüme değişini hissediyor muyum?
Hangi sıklıkta kendime bu soruları sormayı düşünüyorum, sorunca neler hissediyorum? Günüme nasıl başlıyorum… Bilinçli bir farkındalıkla ve hayatı gerçekten hissederek yaşamak bu küçük dikkat edişlerin toplamından oluşuyor.
Bilinçli bir farkındalıkla yaşamak aslında kendimizle yapacağımız birçok çalışmayı içeriyor. Beyinde insula denen bölgeyi değiştiriyor. Kendimizi dinleme meditasyonu dediğimiz bu hal ile beyindeki bu bölgede yeniden ayarlamalar gerçekleşiyor.
Hastanede yoga yaptırdığımda katılımcılara soruyorum: “Bugün kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Böyle omuzları içeri doğru kapadığınızda neler oluyor?” Cevapları kısa ve basit. Hiçbir cevabın tam bir açıklaması yok. Hatta kendi özel derslerimde soruyorum, “Fark ettiniz mi elinizin nerede durduğunu?” diye. “Aa öyle mi duruyor?” gibi sorular aslında hareketleri ne kadar otomatik olarak yaptığımızı fark ettiriyor.
Bilinçli farkındalık çalışmaları 1932 yılında ortaya çıkmaya başlamış. Dr. Schulz, bedendeki değişimin insanın duygularını değiştirdiğini ve duyguların değişiminin bedenin duruşunu etkilediğini fark etmiş. Bu tür gözlemlerin aslında ta kendi derinlerimize doğru bir dalış olduğunu fark etmenin bir çeşit hipnotik etki yarattığını, insulayı etkileyerek bedeni ve ruhu rahatlattığını, salıvermeyi sağladığını ortaya çıkarmış çalışmalarında.
Spora her gittiğimde, yogayı istekle yaptığımda ya da uzun bir yürüyüşün sonucunda düşüncelerimin içimde nasıl da farklılaştığını izliyorum. Güldüğümde nasıl içten gülebildiğimi, yemeğimi seçerken nasıl da belli görüntüleri ve renkleri aradığımı, nasıl bir tat olması gerektiğini tükürük bezlerimde hissettiğimi biliyorum. Her değişiklik, bazı bezgin veya bıkmış hallerimden beni uzaklaştırıyor ve kendimi bedenimin içinde yeniden var olmuş gibi hissediyorum.
Bilinçli farkındalık aslında günün bir parçası. Aynı spor gibi, aynı ibadet, temizlik ya da iş gibi. Her gün yapılması gereken bir çalışma. Her gün sadece 30 saniyenizi alacak bir çalışma.
Yemekten önce ve sonra, yataktan kalktığınızda, yatağa gitmeden önce, çok istediğiniz bir aktiviteyi gerçekleştirmeden önce veya sonra, çok kötü bir olayın sonunda, eşinizle ya da arkadaşınızla seksten sonra, kitap okuduktan veya film seyrettikten sonra… Sadece 30 saniye ayırıp kendinize, bedeninize, duygularınıza, düşüncelerinize neler oluyor bir bakın. Onları bazen yazarak bir kenara koyun ya da sadece fark edin.
Dün gece “Gray Man” diye bir film seyrettim Netflix’te. Sadece kafamı dağıtmak amacıyla. Film insaniyeti, kötülüğü, dehşeti, abartıyı, bana göre bir aksiyon filminin içinde olabilecek her şeyi barındırıyor. Henüz bitiremeden yattım yatağa. Düşüncelerle ne istediğini veya neye ihtiyacı olduğunu bilmenin, ne kadar da güçlü bir şekilde bedeni harekete geçirdiğini fark ettiğim bir sahne geldi gözümün önüne. Uyumadan önce ne yapmak istediğimi düşündüm, biraz gerindim, sağıma soluma döndüm, kendi gerçekleştirmek istediklerimi düşünerek.
Sabahın ilk ışıklarını değilse de yıldızlarını gördüğümde bedenim düşüncelerimin hafifliğine sahipti…
Her gün, yemek sırasında ya da yaşadığınız bir olayın sonunda kendi içinizde seyahate çıkın ve nasıl nefes aldığınıza, neler hissettiğinize ya da ağzınızdaki tatlara bir bakın…
Namaste!