− Biliyorum.
− Neyi?
− Canım işte değişemeyeceğimi. Çünkü bu benim özüm.
− Bilemezsin, sadece görebilir, izleyebilir, fark edebilirsin, anlamaya çalışabilirsin.
− Ay çok istiyorsan fark ediyorum.
Kelimeleri çok iyi seçmek, kullanmak, daha doğrusu onları dile getirmek; bizim en derinlerdeki benliğimizi, inandıklarımızı, beklentilerimizi ortaya koyuyor. Beklentilerimiz, inandıklarımız ve dünya görüşümüz ise bizim gerçeğimizi oluşturuyor.
− Değişmeyeceğimi fark ediyorum ve sonunda bilir hale geliyorum. Çünkü bu benim, bir zamandan sonra değişim biter ve biz ne isek oyuzdur.
İnandıklarımız, bildiklerimiz halini almaya başladıkça gerçekliğimiz küçülür, görüşümüz sınırlanır, dünya sınırlanır. Olması gerekenler ve bildiklerimiz, yapabileceklerimizi sorgulamamızı durdurur. Yaratıcılığımız yok olur.
Bütün bunlar ruhumuzun gücünü kaybetmesine neden olur, ruhumuzu güçsüzleştirdikçe bedensel sınırlılık ve ben olgusu ortaya çıkar. İnançlarımız bizi sınırladığı gibi, gerçeklik sandığımızın içinde biz kendimizi sınırlıyoruz.
Kendi varoluşumuzu yaratan yaratıcılığımız sınırlandıkça, oturduğumuz alanın sınırlandığını, yerimizin ve zamanımızın daraldığını hisseder ve aynı biçimde de yaşarız. Oysa bu döneme adım atmak, şimdiye kadar öğrendiklerimizi yeniden gözden geçirmemizi, inanışlarımızı tekrar ele alıp sınırlarımızı açmayı ve yeni bir inanca doğru sorgulamayı gerektiren zamandır.
Henüz var olmayan bu inanca inanç deniyor; umut etmek, ümit etmek, bilmek ise inancın tamamen yok olmasına neden oluyor.
İnanarak başladığınız her gün, sizin ve bütünün birlik içinde çalışacağı ve yaratıcılığın yeniden şekillendirileceği bir gündür.