Breaking Point adlı filmi izliyorduk kızımla, romantik bir dans filmi. Filmi seyrederken her yerde bir ayrılık fikrinin ortaya atıldığını fark ettim. Sokak dansçıları, balerin ve baletleri kabul etmiyor, kız sevgilisi olmayınca yarışmadan çekilmek istiyor, sadece sevgili onu tamamlıyor.
Bunları seyrederken bir anda kendimi, annemi, sürekli akıl verip hiçbir şey yapmayanları, yapmakta zorlananları düşündüm. Hepimiz akıl veririz, ama kendimizi görmeyi bir türlü kabullenemeyiz. Daima savunmaya geçer ve başkalarına karşı suçluluk hissimizi yansıtırız.
Çekincemiz ise yalancı durumuna düşmek. Yapmadığımız, yapamadığımız işleri başkalarında düzeltmeye çalışır ve onlara akıl vermeyi deneriz. Kendi içimizdeki ışığı görmekten korktuğumuz için ışığı başkalarında yakmaya çabalarız, yapabilenleri över, yapamayanları yargılarız.
İsteklerimizi itiraf etmekten utanırız, yapamayacağımız korkusu bizi utancı yaşamadan utanmaya iter. Normlara, lazımlara göre yapamayacağımız korkusu ise bizi denemekten caydırır.
Korkulu bir zihin istediğini tam olarak anlatamaz. Korkuyu yaratanın özümüz değil zihnimiz olduğunu algılamaya başladığımızda ışığın sıcaklığını, parlaklığını ve dokunuşunu hissetmeye başlarız.
Tamamen özgür olabilmek için niteliklerin bizim özümüz değil, istediğimizde alıp üstümüze giyebileceğimiz birer kıyafet olduğunu fark ettiğimizde, savaşmak veya utanmak yerine seçim hakkımızı kullanmaya başlarız.
Niteliklerimizi kendi deneyimlerimizle tanımaya başladıkça anlamlarını kavrayıp korkusuzca sahiplenebiliriz.
Işığımızı ateş böcekleri gibi dünyaya yansıtabilmek için deneyimlerimizi korkusuzca ve özgürce yaşayabilmek umuduyla.