― Ne oldu?
― Baktım da sen ayağını içeri basıyor gibisin.
― Evet!!!
― Yani…
― Anne ne demek istiyorsunuz anlamadım.
― Üzüldüm, acaba bir doktora mı gitsen.
― Anne bu senelerdir böyle, şimdi yoga yaparken biraz düzeldi de, siz bunu bilmiyor muydunuz?
― Ne bileyim, siz beni hiç anlayamayacaksınız…
― Anne anlatın o zaman?
― Senin gitmen gerekmiyor mu? Ne bileyim neyi anlatayım, işte ayağın içeri basıyor…
Senelerdir, annem bize baktığında bu tür bir konuşma yaşanır, sonra ben kızar, içimden utanır, annemi lanetler ve onunla kavga ederim. Şimdilerde annemin sevgi gösterme yolunun bu olduğunu öğrendim.
Bazen öğrendiklerimizin dışına çıkmak istemeyiz, bazen başka türlüsü olduğunu bilmeyiz, bazen sadece bunun doğru olduğuna inanırız. Bazen de sadece güvende hissetmek için, bilsek de başka yollar olduğunu, diğer yolları denemekten kaçınırız.
İstemek, vermek, anlamak,deneyimlemek, sonunda da kalbinin kapılarını sonuna kadar açıp kırılmanın, kırmanın, heyecan duymanın, acı çekmenin tadına varmak. Ursula Karven’in “Ruhumuz İçin Yoga” adlı kitabında şu satırlara rastladım; “Bir eşyayaya, bir kişiye sıkıca sarıldığımızda sadece tutuşumuzun sıkılığını ve yavaşça sertleşip hareketsiz kalan elimizi hissederiz, onun niteliğini ya da ağırlığını hissedemeyiz. Ve sonunda sıkı sıkı sarılma yüzünden sadece kendimizi hissederiz ve diğer kişinin veya eşyanın varlığını hissedemeyiz.”
Her birimiz yaşamlarımızı kalıplarımız içinde, dışarıdaki acı ve yeniliklerin farkına varmadan, şimdinin farkına varmadan yaşamaya çalışarak geçiriyoruz. Durmadan yeni bir şeyler arayıp, üzüntü ile sarılmayı sevginin özü sanıyoruz
. Oysaki, bugün acı olarak algılayacağımız, yarın bizim en büyük mutluluğumuzun kaynağı olabileceği gibi, hiçbir şeye de vesile olmayabilir.
Her güne yeniden bakabilme cesareti ve yaratıcılığın tadını bulabilme imkânına varmamı sağlayan, mücadele ve deneyimleme gücünü acı ile öğreten annem, babam ve ablamın varlığına şükürler olsun.
Namaste…