Kil atölyesindeydim gene cumartesi. Hocam her birimize yapıtlarımızda yardım ettiği gibi, hikayeler anlatmayı, her şeyden örnekler vermeyi seviyor. Yine konuşmaya başladı, birkaç kelimeyi anlamadım ve sordum. “Verlan dilinde konuştum, o yüzden anlamamışsındır. Aslında söylediğim kelime popo demek. Eski zamanlarda Paris’te kullanılan bu dil, kelimelerin son harfini başa, ilk harfini sona alarak hoş olmayan kelimeleri kulağa hoş gelecek şekilde söylemeyi sağlıyordu.” derken bir başkası lafa karıştı:
“Ben anlamıyorum, bu belden aşağı kelimeler niye hep popoyla ilgili. Neden ki? Hatta kil ile çalışırken de belden aşağısını iyi oturtmak gerekiyor!”
Hoca bana baktı, “Peki yogada nasıl?” diye sordu. “Yogada da öğrencilerime şu sıralar anlatmaya çalıştığım, kuyruk sokumunu nasıl iyi çalıştırabilecekleri” diye söze başladım heyecanla.
Evet kilde olduğu gibi, yere köklenmek için bacaklarımızı tutan kalçamızın, leğen kemiğinin oynaklığına yardım eden ve içinde kök çakrayı bulunduran alanın, sağlam ve aynı zamanda hareketli olmasını sağlayan kuyruk sokumu. Onu hareket ettirebildiğimizde, sanki bir el sırtımızı tutar gibi bizi yukarı doğru itiyor. Bu el aynı zamanda göğüs kafesinin açılmasına ve genişlemesine yardımcı oluyor. Nefes alışımız değişiyor. Üst bedenimiz uzuyor. Bunu kille çalışırken de görebiliyorum şimdilerde. Kalça kısmı tam şeklini aldıkça bedenin üst tarafını, kürek kemikleri ve göğüs kısmını oturtabilmek daha kolay olmaya başladı heykelimde.
Bedenimin işe yaramadığını veya kullanım tarihinin geçtiğini düşündüğüm parçalarını tekrar tekrar elimle yokladıkça, yoga hareketlerini bedenin her parçasını hissederek yaptıkça, bedenimin akışı değişiyor, dengem yerine oturuyor, konsantrasyonum daha keskin oluyor. Bütünlüğümün içindeki parçalar birbirleriyle ilişkiye giriyor.
Heykele her değişimde benim ve değişik dünyaların kapılarını aralama şansına varıyorum. Kendime gerçekten dokunmanın tadına varıyorum. Siz kendi varlığınıza nasıl dokunuyorsunuz? Dokunduğunuzda size neler oluyor?
Namaste!