Bir rüya gördüm bu sabaha karşı. Koskoca bir bahçenin içindeydim. Duvarları sarı, hepsi güzel boyalı idi. Bahçe duvarının sonuna yaklaşırken ince bir beyaz çizgi vardı bitiş olarak. Bahçenin belli kısımları bakımlı ve çok güzel, diğer kısımları ise bırakılmış, terkedilmişti. Bazı kısımları ise sadece bakımsız kalmıştı. Demir çitle değil, sadece duvarla çevrelenmişti bahçe. Benim boyuma göre yüksekti, bakınca gökyüzü görülüyordu. Bazı yerlerde ise sanki bir koninin içindeymiş gibi gökyüzü daralıyordu.
Ben kapıya gidiyordum, her seferinde çıkmak için. Görünen bir kilit yoktu aslında kapıda, ağır bir kapı da değildi. Kırmızı, paslanmış ancak pası görünmesin diye boyanmış bir kapı. Kilitsiz, açılmayan bir kapı…
Uyanmakla uyanmamak arasında kendime şu soruyu sordum: “Neden duvarın üstünden atlamıyorsun çıkmak için?” Kalktıktan sonra içimin hallerine baktım. Bazen yetmeyişleri, memnuniyetsizliklerimi ve sürekli deneyişlerimi düşündüm.
Kalçalarımla çalışıyorum bir haftadır, sıkı sıkı. Neden mi? Sigara ile karnımın içine neler bastırdığımı merak ettiğim için. Kalçalar bizim yaratıcılık ve aynı zamanda yıkım, yok etme enerjimizin merkezidir. Aynı zamanda kalçalar, şu anda yüzleşmek istemediğim veya sahiplenmek istemediğim özelliklerimi sahiplenmem ile ilgili uyarılar verir.
Her sabah birkaç küçük ısınmadan sonra önce oturup nefes alıyorum kalçalarıma doğru, duyabilmek için nelerin olmadığını. Nerelerde kendimi alıkoyduğumu soruyorum. Bir yerde okumuştum. Kalça alanımız birbirinin içine geçen matruşka bebekleri gibidir. Her biri kendi içinde bir halimizi saklar ve kalçalarımızda ve karnımızda otururlar.
İşte bu matruşka bebeklerinin içine sakladıklarımı, olmak istemediklerimi ya da görmek istemediklerimi çıkarıyorum, kalçalarımı hareket ettirip, nefesle havalandırıp. Sonrasında ağrılarımın ya da sızılarımın kayış noktalarını izleyerek.
“Bir işin sorumluluğunu aldığımda, ona hayatımı vermek lazım” görüşü yerleşmiş bende. Babam öyleydi, annem ise hep abartırdı yaptığı işleri. Babam işine aşıktı, her şeyden önemliydi işi ancak bir türlü o işin içindeki önemi istediği gibi anlatamadı. Ne kendine ne de başkalarına. Ben senelerdir, okuduklarım, öğrendiklerimle kendimi ve yoganın bir yaşama sanatı olduğunu anlatmaya çalışıyorum ve hep düşüncemi ne kadar az yayabildiğimden hayıflanıyorum. Ya da öğrencilerimin azlığından veya bir türlü nasıl yapılacağını öğrenemediğim tasarım ve içerik işlerinden yakınıyorum. Duvar ve kapı da işte bu kördüğümün simgesi. Fark ettim ki ailemin yaptıklarının tersini yapmak için yogayı hayatımın merkezine koysam da onu tanıtma, anladığım gibi anlatma konusunda hep geri adım atmalar ya da kibirli olup sürekli herkese yukardan bakıp kritik etmeler…
Bu kördüğümlerim, o kilitsiz kapıya gelip gelip toslamama neden oluyor. Sizin de böyle kapılarınız var mı? “Evet ama”larınız var mı? Oturun kalçalarınızla birlikte bir köşeye, sorun bakalım neleri sakladı içine siz bilmeden ve istemeseniz de neleri yapmanıza neden oluyor. Hem bedeninizle birlikte olabilmenin hem de kenara koyduğunuz kullanılmayan işlevsel parçalarınızı yaratıcı şekilde kullanabilmenin tatmin edici hazzına ulaşmayı bir deneyin.
Namaste…