– Ay anne hakikaten mi görmüyorsun!
– Oğlum hakikaten görmüyorum, yoksa ister miyim bütün menüyü
okumanı restoranda.
– Ay hiç düşünemiyorum, kör olmak felaket olsa gerek, hele bir de kör ve sağır, ölür o zaman insan. Zaten yoktur da…
Bizler aslında kör ve sağır olarak günlük yaşamını sürdüren insanlarız. Gözdeki acıyı, yüzdeki üzüntüyü, sesteki korkuyu, hareketteki endişeyi, yapamamaktaki korkuyu, utancı, düşüncedeki savunmayı göremeyen veya görmezden gelen, kendimize izin vermeyen, sınırlayan insanlarız. Alışkanlıklarımız, bilgilerimiz, kendi içimizde hissettiklerimiz ise bizim bedenimizi tanıma yöntemimiz. Derine inmeden, korku ve utancımızın gözleriyle tanıdığımız bir benlik.
Antes Vakfında bu hafta
Masaj Günleri var. Masaj deyince akla bildiğimiz bir masaj veya bilmediğimiz bir masaj geliyor. Mehmet Arap’ın yaptığı masaj ile içimde sakladıklarımın ilk kısmına doğru ilerledim. İnanamadım gözlerime, inanamadım duyduklarıma. Tanıdık ve tanımadık sesler gizli içimde. Her biri mi, yoksa bazıları mı dökülüverdi önüme. Bedenim değişti, uzadım, esnedim, dönüşüverdim ve evrildim.
Ne kadar sağır ve ne kadar kör olduğumu anladım. Beden duyulmak ister, nefes bilinmek ister, alırken alındığını, verirken neden verildiğini. Tutunca ne olduğunu, neden olduğunu bilmek ister.
Yogaya da bunun için başladım, bedeni bilmek için. Oysaki beden bilinmek değil sevilmek, duyulmak, sarılınmak, hissedilmek ister. Cesaretli bir ilişki ister.
Bedenin sırrı yerine bedenin kalbine inebilmek umuduyla.
Namaste…