Charles Eisenstein’ın “The More Beautiful World Our Hearts Know is Possible” adlı kitabından bir alıntı
:
“― Büyükbaba, beyaz adam her şeyi katlediyor, yıkıyor, bozuyor. Onu durdurmamız gerekmez mi?
― Hayır. Biz onun yanında durup seyredeceğiz. O kendi kuyusunu kendi kazıyor.”
Bizler her zaman, kendi yaptıklarımız ve kendi yarattığımız dünyaların içinde olan biteni sadece tek taraflı görürüz, yani kendi tarafımızla. Farkındalıksa kendi tarafımızı fark edip neler yarattığımıza şahit olabilmektir. Görünüşte yarattığımız benin, bize olan gerekliliğini, sınırlarını, kadir olduklarını eğer “görür, bütün boyutlarına bakabilirsek”, anlamadan, anlam katmadan farkına varıp, hangi yönde ilerlediğimizi anlarız.
Bir zamanlar Hamburg’da yemiş borsası ile çalışırken, fındık ve Antep fıstıkları borsasının nasıl çalıştığını anlatmıştı Berrin Hanım bana. Fıstıkların boyuna, iriliğine, düzgünlüğüne, ölçülerine bakılırmış, yani “aman bizim ürün çok oldu” değil, hangileri ne genişlikte, ne ölçülerde olmak zorunda belli imiş ve buna göre de hasadın fiyatı borsada belirlenir ve ona göre alınacağı ülke ve tip saptanırmış.
Bizler ise sadece bir şeyin ne kadar para ettiğine, ne kadar çok alındığına, ne kadar önemli olduğuna değer veririz. Doğanın belirlediği zamanı, kurallarını, değerlerini, sorgulamadan ezer geçer, kendi kurallarımızı evrenin kurallarından üstün tutar ve sonunda kendi kuyumuzun içinde, mezarımızda geldiğimiz halimize geri döneriz.
Kendimizle bütünleşmek, kendimizle bütün olmak için ayrıcağımız en küçük zaman dilimi, bizi bu beraberliğe zorunlu olmadan, isteyerek ve istekleri, dilekleri, niyetleri anlamaya ve sonsuzluk içinde kuyu kazmadan, yanında olarak şefkatle evren ile bütünlüğümüzü tatmaya götürür.
Yoga olmak ne kolay, ne de zordur. Kurallarımız, zekâmız ve gereklilikler yerine sorgulamayı, öğrenmeyi ve merakı gerektirir. Sağlıklı, meraklı günler dileğiyle…
Namaste…