Her gün yeni bir kitap, her kitabın içinde hemen gözüme, ruhuma, duygularıma ve bedenime hitap eden bir veya iki satır. Frédéric Lenoir’in “Du Bonheur” adlı kitabı; Mutluluk, Doğru an, Şans, nasıl tanımlarsanız mutluluğu, onun hakkında felsefi bir yolculuk.
Kitabın konusu “mutluluk” nasıl bulunur, nasıl alınır, nasıl aranır, nasıl elde edilir değil, mutluluk nedir, koyduğumuz tanımlar ve bunun insan üzerindeki etkisi. Bizler kendi bedenimiz, kendi alanımız, kendi duygularımız, kendi zihnimiz ve kendi ruhumuz dışında, başkalarının bedenleri, alanları, duyguları, zihni ve ruhu ile karşı karşıya kaldığımızı zannederken, bir de ülkenin kendi alanı, tarihi, coğrafyası, ananeleri ve karmaşası ile de sürekli bir iletişim içindeyiz. Bununla da bitmeyen bu karşılaşmada etrafımızdaki ülkelerin ve sonunda dünyanın kendisinin de istek, arzu, görüş, düşünce, geçirdikleri derken, aslında mutluluğumuzun ne kadar çok bileşene bağlı olduğunu düşünmeye ve bunları düzgün, olur, gerekli, doğru hale getirmeye çalıştığımızı fark ettiğimizde ise mutluluğun pek de olası bir şey olmadığına karar veririz.
İçimizdeki bu iyiyi bulma isteği, daha güzeli, daha doğrusu, daha incesi, dahası derken tamamen tersi bir sonuç doğurabilir. Acıyı keşfedince ancak mutluluğun varlığını anlıyoruz, hasta olunca sağlığın, parasız kalınca paranın, işsiz kalınca işin.
Yoga ya da yaşam sanatı, zorlukları; onlara bakmayı, dikkatimizi bütün kalbimizle problem olarak algıladığımız yöne çevirmemizi, kalbin gözüyle görmeyi, kalbin yumuşaklığı, kalbin zekâsı ile algılayarak, kıvraklıkla, sabırla ve diretmeden çözebileceğimizi öğretir.
Sürekli aramak ve yapmak yerine kendimizin farkına varabilmek, farkındalığımızı kalbimizle yaşayabilmek, yaşamın özünün sadece bir nokta olduğunu kavrayarak, onun içinde gidip gelemeyeceğimizi anlayıp, olduğumuz noktanın enginliğini hissebilmeyi öğrenmek için buradayız.
Dünyayı, etrafımızı, kendimizi gerçekten duyabilmenin tadına varalım.