Nefesimiz, bedenimiz, duygularımız, zihnimiz ve ruhumuz aynı çizgide olduğunda…
Genelde bildiğimiz bir kurala göre büyürken, esnerken nefes alır, küçülür büzülür, öne eğilirken nefes veririz. Bazen de bunun tam tersini yaparak hareketin tadını çıkarmayı, zorluğunu anlamayı veya onu başka bir şekilde hissetmeyi isteriz. Oysaki her hareket kendi içinde bir duygu, kendi içinde bir düşünce ve kendi içinde bir söz gibidir. Bizimle birlikte ve bizden ayrı hareket eder. Zamanı, nefesi, uzunluğu, kısalığı, nezaketi ve sesi vardır.
Nefesimizi bedenimizde duyarak, hissederek, düşünerek, alıp vermek; istediklerimizi, söylediklerimizi, niyetlerimizi dile getirmeyi sağlarken, onların bedenimiz, beynimiz, duygularımız tarafından da anlaşılması demektir.
Patanjali’nin de İkinci Kitap 46. sutrada yazdığı gibi “sthira-sukham āsanam” – “duruş sabit ( istikrarlı) ve neşeyle dolu olmalıdır”. Dikkatin gerilimsiz, gevşemenin de umarsızca olmadığı bir alan, duruşun içinde kalarak nefesi tutmadığımız, nefesi bedenimizin duygusuna, düşüncesine, sözlerine uyarak sarf etmeye başladığımız, kendimizi, dünyayı ve en ufak sesi bile duyabildiğimiz bir alandır o an.
Yani anın simyası, sthira-sukham’ın gerçekleştiği bir zamandır. O zamanın içinde yaptığımız ve yapmadığımız, duyduğumuz ve duymadığımız, hissettiğimiz veya hissetmediğimiz herhangi bir titreşimi izleyebilmektir yoga, bilmek yerine kulak vermek, anlamak yerine geçişini seyredebilmek ve dinleyerek tınıdaki farklılıkları duyumsayabilmektir.