Sinan Canan bir gönderisinde “Kendi olmak en zor görevidir insanın; zira hiçbir örneği, hiçbir formülü yoktur bunun için.” diyor.
Her günün sabahında uyandığımızda ne olacağımıza, neler yapacağımıza, hangi şekilde yaşayacağımıza karar vererek ya da karar verdiğimizi bile bilmeden yaşıyoruz. Hayaller kurup sonrasında o hayallerin yıkılması, bazen o hayale ulaşma ile devam ettirmeye çalıştığımız hayatlar.
Ben küçükken balerin olmayı, sonrasında şarkıcı olmayı, ardından yazarlığı ve psikolog olmayı hayal ederdim. İlk olarak tercümanlığa soyundum, eğitimimle bağlantılı en kolay para kazanma yolu olduğu için. Bu tercümanlık hikayem hala sesimi kullanmamı sağlayarak devam ediyor.
Şimdilerde tanıştığım bir aile, sakat olduğunu bilmelerine rağmen çocuklarını dünyaya getirip onlara verilen bir hediye olduğu inanışı ile kaçak yaşadıkları bir ülkede hayatlarını devam ettirmeye çalışıyorlar. Çocukları ise gülücükleri ile hayatlarını aydınlatırken, aynı zamanda yaşayamadıkları ile anne ve babasının en büyük üzüntü kaynağı oluyor.
Hastalığı ülkesinde tedavi edilemediği için Avrupa’ya gelen bir kadın ise bir anda iki çocuk annesi oluyor ve hastalığının tedavisi artık kendi ülkesinde yapılabileceği için iki çocuğuyla sınır dışı edilme tehlikesi ile karşı karşıya kalıyor.
Bütün bu hayatlar içinde seçimler yaparken, henüz neleri yapabileceğimizi ya da neleri yapamayacağımızı bilmeden el yordamıyla ilerlemeye çalışıyoruz. Toplumun kurallarını izleyerek, ailelerimizin yaptıklarına bakarak ilerlemeye çalıştıkça bedenimiz, düşüncelerimiz ve ruhumuz yaşayamaz hale geliyor. Kendimiz olmanın ne demek olduğunu bilmeden yaşamı aynı Sisifos gibi sürdürmeye çalışıyoruz. Her gün olmayan hayatlarımızı yeniden bütün yaşamın ağırlığı altında götürmeye uğraştığımız gibi.
Merak ederek kendimize neden, nasıl, ne için ve ben ne yapıyorum, neler düşünüyorum sorularını sormadıkça, bedenimizin içindeki dünya yerine diğer bütün dünyaların doğruluğunu kabul ettikçe, Samsara döngüsünü yani Hint inanışına göre var oluş ile yok oluş arasındaki döngüyü kendimize yaşatıyoruz.
Budizme göre bu inanıştan sıyrılabilmek ise kendi yaşam şeklimizi ve kendi içimizdeki benin sevgi ateşini bulabilmekle mümkündür. Yani içimizdeki dünya görüşü ile dış dünyanın görüşünü birlik içinde yaşayabilme haline ulaşmaktır.
Hayallerime ulaşmak benim için değişik şekillerde oldu, şarkıcılığı başkalarına ses olarak, psikologluğu başkalarını dinleyerek, balerinliği bedenimin anlayışını geliştirerek ve yazarlığı kitap yayımlayarak, yazılarımı yazarak gerçekleştiriyorum.
Siz Samsara çarkının içinde el yordamıyla yaşamayı sürdürmeye mi yoksa Samsara’dan çıkıp evrenin içinde kendi hikayenizi yazmaya mı çalışıyorsunuz, bir bakın.
Namaste…
2 Comments
[…] ve döngüsüne girmemize neden olduğunu söylüyorlar. Bu süreklilik beklentimizin de Samsara’yı yani aynı deneyimleri farklı zamanlarda ancak aynı şekilde yaşamamızı sağladığını […]
[…] “Samsara” başlıklı ilk yazımı okumak için tıklayın. […]