Bedeni bizim olan ve bizi tanımlayan fiziksel özelliğimiz olarak algılarız. Ancak bir bedenin içinde neler olduğunu, organlar hariç, pek de önemsemeyiz. Ruha, öz’e filozofik, dinsel ya da yoga öğretileri ile baktığımızda bedenin bizim bildiklerimizden daha çok şeyi içinde barındırdığını anlarız.
Rūpa yani beden, bizim anladığımız anlamda sadece elle tutulur bir kütle değil, eylemde bulunan ve bir şeyler üreten bir oluştur. Rūpa, o yüzden 4 element ve bu elementlerin ürettiği 10 ila 20 öğeden oluşur.
Toprak – Dayanıklılık, sağlamlık, güven ve metanet
Ateş – Öfke, sıcaklık, çaba, yoğunluk, aşırı duygusallık
Su – Uyuşma, bağlılık, anlam bütünlüğü, birleşme, yapışma
Hava – Akım, hareket, faaliyet, eylem, oynama
Duyuların bu elementlerle ilişkiye geçişini sağlayan duyu organları ilk öğeleri oluşturur. Ardından gelen öğeler ise şöyle: dişil, eril iktidar veya cinsel güç; kalp, şefkat, vicdan ve sevgi; ruh, can, yaşama ve dayanma gücü; eylem ve niyet; kelimelere döküm, kelimelerin sese dönüşümünde ustalık; mekan, boşluk, süre ve mesafe; neşe, canlılık, direnç ve hafiflik; yoğrulurluk, şekil ve hal değiştirme, verimlilik ve yumuşaklık; ustalık, uygunluk, maharet ve kolayca kullanılabilirlik; kümelendirme, sınıflandırma, bütünleşme ve entegrasyon; genişleme, kapsama, bakım, muhafaza, koruma ve sürdürme; yıkılış, çöküş, zayıflama, yaş alma ve yaşlanma; geçicilik; besin, gıda ve nimet.
Bütün bu nitelikler, aslında bedenimizin bir parçasını oluşturan öğeler. Bizler ise kendimize yapabileceklerimiz ve yapamayacaklarımız olarak bakıyoruz. Gestalt terapi de kendi içinde taoist bir yapıya sahiptir (“Gestalt-Therapie”, Chantal Higy Lang ve Charles Gellmann). Her zaman gerçeği arar ve gerçek, iyi gibi kötüyü de içinde barındırır. Bu uçlar aynı zamanda yoga hareketlerinde de kullanılır, güneş ile ayın dengelenmesi, dişil ve erilin dengelenmesi için yapılır hareketler.
Gerçek dengedir. Bizler gerçeğin gözünün tam içine bakmayı reddettikçe, nelerden var olduğumuzu, hangi özelliklerimizi veya niteliklerimizi kabul edip, hangi niteliklerimizi dışladığımızı bilmeden kendimizi şartlandırdıkça, sadece kendi algılarımızın sanal dünyasında acılar içinde yaşamayı devam ettiririz. Samsara döngüsünü, yani var oluş ile yok oluş arasındaki döngüyü bu şekilde sürdürürüz.
Siz hangi gerçekliklerinizi sevmiyorsunuz? Hangi gerçekliğiniz size acı veriyor ve gene de onu devam ettirmek istiyorsunuz, bir düşünün.
Namaste…
“Samsara” başlıklı ilk yazımı okumak için tıklayın.
“Samsara 2” başlıklı yazımı okumak için tıklayın.