İnsanın kendisini tanıması arkeolojik kazı gibi bana göre. Arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılmış kültürler sosyoloji, coğrafya, tarih, etnoloji gibi birçok bilim dalından yararlanılarak araştırılır. İnsan kendi kültürünü, atalarının tarihçesini, yaşadığı ülkenin kültürünü, coğrafyasını ve bütün bunlara bağlı olarak algı ve duygularını incelemesinin sonucunda kendini anlamaya ve tanımaya başlıyormuş.
Sanat terapisi dersinde esas ilgi alanı olarak kilden heykeller yapmaya başlayınca, içimde büyüttüğüm “erkek gibi kadın”, “erkek gibi güçlü” ya da “erkek gibi kızlarım var” laflarının beni nasıl etkilediğini, kendi görüş alanımda kendimi nasıl tanıdığımı ve aslında aynada aksimi görsem de yaptığım figürlerin çoğunda erkeksi bedenler ortaya çıkardığımı gördüm.
Toulouse’da gittiğim Atelier Sandrine Follere atölyesinde kadın figürü yapmaya uğraşırken, üst bedenin ve alt bedenin, kasların yapısının değişikliğini ellerimde tutup şekillendirdikçe, bedenin zarafetini, kalçaların kıvrımlarını fark ettikçe, yoga hareketlerim de zarif bir dansa dönüşmeye başladı. Güç gerektiren hareketleri bile artık kaba kuvvetle yapmaya çalışmaktan vazgeçiyorum.
Bedenimize ne kadar ve nasıl bir gözle bakıyoruz? Başkası olarak algılasak nasıl davranırdık ona? Elle tutabilsek, dokunduğumuzda dokusunu fark edebilsek, kokusunu almaya çalışsak…
Bedenimin içindeki hikayeleri bir bir ortaya çıkarmak, kendime başka bir gözle bakmamı ve bakış açılarımın değişmesini sağlıyor. Bir başkasına bakışım, sadece onun dış görünüşü ya da yapabildiklerine odaklanmaktan çok iç dünyasında biriktirdiği tarihi anlamaya yönelik oluyor.
Kafasız ve kolsuz olan bu büst, gelecek sefere aynada kendini gören bir kadın büstü olacak. Başı, kolları ve ayakları ile yere basan. Kendime olan bakış açımın yenilenmesi ile yeniden kendimden doğmak gibi…
Peki siz kendinizi nasıl görüyorsunuz? Etkilendiğiniz sözler bedeninizi nasıl etkiliyor? Bir bakın kendi bedeninize, neler anlatacak size sizden.
Namaste!