Zaman dediğimiz kavram içinde yaşadıklarımız ile var oluruz. Olduğumuz zamanı iyi değerlendirmek, bir şeyler yapmak ve yapmanın tadını içimize sindirebilmek için yaparız. Yaptıkça bitmeyen tükenmeyen bir varoluşla, olduğumuz bedenimizi, kendi benliğimizi, kendi kişiliğimizi yaratırız.
Yoga, var olmak yerine olmak sanatıdır, yaptığının değil hissettiğinin, düşündüğünün, ağrının, ağrısızlığın olduğu andır, hiçbir şeyin yapılmadan sadece olduğu an. Uğraşı yerine dinlemek, düşünce yerine duruşta kalmak, beden yerine dönüşümün sırrıdır.
Basitlik, hayatın tadına varmak, sadece olduğu yerde kalabilmek için dizayn edilmiştir bu beden. Yoğrulmayla, yaş almakla, yaş ile ilerlemekle, düşünce ve duygularını dönüştürmekle var oluruz bizler. Ne aldıklarımız, ne arabalarımız, ne evlerimiz bize bir tamlık duygusu verir. Tamlık olduğumuz yerin güzelliğidir, olduğumuz kısa anın içindeki tat alma duygusudur. Anın kısalığı ya da uzunluğu değildir.
“Self/less”! Sadece adından etkilenip başka beklentilerle başladığım bu film, varlığımızın büyüklüğünü, gücünü gösterirken, ne kadar kendimizden uzak olabileceğimizi, ne kadar da kendi basitliğimizden korkabileceğimizi, yaratıcılığımızı, yaradanlığımızı kullanmayı ne kadar da bildiğimizi ve her şeye kadir olduğumuzu anlatıyor.
Bu kadirliğin içinde hayatın gidişatında kalmak, onunla akmak ve zamanın, bir çocuğun gözlerinde, bir eşin kollarında, bir denizin kenarında oturmak olduğunu anlamak, deneyimlerin bize kazandırdıklarıyla sadece bir anı paylaşabilmenin, bir anda yalnız olabilmenin
keyfini çıkarmak yoga.
Hayat bize ne sunarsa sunsun onu görebilmenin kudretini yaşamak, onunla sadece o anda bir olmak ve sonrasında yürüyüp gidebilmek…
Namaste…