Kendi sesimi pek sevmezdim, sanki bir tınısı yokmuş gibi gelirdi. İlk defa 32. Gün programının, kendi projem olan moda bölümünü seslendirmemi istedi Mehmet Ali abi. “Abi ben yapmasam, benim sesim bütün güzel görüntüleri bozacak.” dedim. “Hayır,” dedi, “madem bölümün bütün işlerini sen yaptın, seslendirmesi de sana ait olmalı.”
Program yayına girdi, sonrasında hep beraber yemeğe gittik. Mehmet Ali abi “Seslendirmeseydin keşke o bölümü” dedi. Ve benden moda bölümünü aldı. Sofrada bunlar konuşulurken, 23 Nisan töreninde müzik öğretmenimin bana “Aman sen sadece oyunculuk yap, sakın şarkı söyleme” deyişini hatırladım. Ondan sonra sadece evde ve duşta şarkı söyledim. Sesimi de hiç sevmedim. Ta ki yoga derslerinde konuşmaya, anlatmaya ve öğretmeye başlayana kadar. Sonrasında sesimi kullanmayı, kelimeleri düzgün söylemeyi öğrenmek için biraz ders aldım, ancak bu anıların eşliğinde sesimi dinlemek bana hâlâ iyi gelmiyordu.
Meditasyon grubundaki arkadaşlarım için hazırladığım meditasyonu seslendirene kadar. Bedenimizin içinden gelen ses aslında nefesin bir parçası ve içimizde yerleşik olan enerjinin dışavurumudur. Yani aslında nefesin titreşimlerinden oluşan seslerin kelimeye dönüşü. Sesim “Ben varım”ın ifadesidir. Aynı yazılarımın kelimeleri gibi. Kağıda döktüklerim eğer yüreğime, sonrasında da nefesime değmez ise kelimelerim gücünü kaybeder. O zaman sesim bedenimden ve ruhumdan ayrılır.
Ders verirken kendi sesimin titreşimlerini duyup, onunla barışmaya başladıkça, diğerlerinin seslerini de duyar oldum, kelimelerinin bedenime değmesine izin verdim. Sesim ayaklarımın nasıl yere bastığını, kendime ne kadar güven duyduğumu, kendimle ne kadar ahenk içinde olduğumu anlatmaya başladı.
Siz sesinizi ne kadar dinliyorsunuz? Kendi sesinizi bir dinleyin, size sizinle ilgili neler söylüyor?
Namaste!