“Beni hayal kırıklığına uğratıyorsunuz…” dedim ve evden çıktım. Masaya oturduğumda ne demek olduğunu düşündüm bu sözlerin. Hayallerimi yıktınız, kimin hayallerini, benim, aslında yıkılan duygusal ben.
− Seni hep hayal kırıklığına uğrattığımı söylüyorsun, diğer yaptıklarımı görmüyorsun.
− Oğlum, birincisi, hayal kırıklığım o andaki olaydan, ikincisi, hayaller benim sana ne oluyor…
− Bana söylüyorsun, sanki onlar ben olmasam devam edecek… Bıktım senin bu felsefi saçmalıklarından…
Felsefe, matematiğe benzer, her gün onunla birlikte büyürsek ve sunduğu imkânları bulmaya çalışırsak onu anlayabilir ve değerini bilebiliriz. İşte hayat da böyle. Deneyerek öğreniyoruz yaşamayı, denerken kelimelere anlam yüklüyoruz. Sonra anlama yüklediğimiz duyguyu fark ediyoruz. Fark ettiğimizde anladığımızı zannediyoruz. Oysa anlamadan, sadece hissettiğimizi ifade ettiğimizin farkına bile varmıyoruz.
Olanı anlamaya çalıştığımızda, daha derine inip baktığımızda ve denklemi görmeye uğraştığımızda, kelimeleri doğru ve anında kullanabiliriz. Leibniz’in de dile getirdiği gibi, “Söz Tanrı’ydı ve insan da Tanrı tarafından yaratıldı”.
Bedenimizi anladıkça, içindeki katmanları tek tek kaldırdıkça, bedenimizde meydana gelenleri, duygularımızı, duyularımızı, bir uzvun işlevini, ne anlama geldiğini, ne zaman ve nasıl kullanılacağını anladıkça, kelimeleri kullanışımız, kendimizi ifade edişimiz ve onları algılayışımız da değişir.
Yoganın evrenselliğini kavrama ve onunla yaşayabilme yolunda nice günlere…