Sübtil beden, sübtil zekâ…
Aynı bir bilgisayar içindeki devreler şeması, gibi Hint yogiler ve Tibetliler de beden içinde gezinmek için özenle hazırlanmış bir seyir haritası olarak adlandırırlar sübtiliteyi. Önemli olan maddesel dünyamızda veya biyolojik sistem içinde bu doğayı tanımlamak.
EMR veya tomografik makinaların çıkışından çok önce, bütün bu manyetik rezonanslar olmadan derin meditasyon halinde tanımlanabilen bu olaylar, artık günümüzde yoganın hayatımıza girmesi ile herkesin dilinde yer almaya başladı.
Yoga dilinde anlatırken bir bedeni sadece yatan, yiyen ve ihtiyaçlarını karşılayan bir varlık olarak değil, hayvan hareketlerini, güneşin gücünü kullanarak akan bir nefesin kendisi gibi tanımlıyoruz. Aynı beden içindeki bütün organların, sinir sisteminin, iskelet yapısının, dokuların birbirleri ile olan etkileşimleri gibi, deneyimlerimiz de bütün bu içsel sistemimiz ile bağlantı halindeyken, tarihimiz, kökenimiz, yediğimiz yemekler, korku ile mi yoksa baskının getirdiği utanç ile mi hareket eden bir yapıyız, anlamaya çalışıyoruz.
Yoga yabancı bir dili öğrenmeye benzetilebilir. Önce dilin kendisini, sonra insanlarını, sonra da dilimizde, ağzımızda, damağımızda bıraktığı bir tadı tatmak gibi. Tatların ardından, insanın duygularına deyişini, içini kıpırdatışını, sevgi ile mi yoksa sertlik ile mi tonladığımıza bir göz atmalıyız.
“Keşif, yeni yerler görmek değildir, keşif yeni gözlerle bakabilmektir.” Tias Little
Yoga yeniden bir keşiftir, yeni yolların, yeni olasılıkların, yeni imkânların içimizde yeşerdiği, yeniden anlam kazanarak değişik bir şekilde tezahür ettiği, yenilenebilirliğin, dönüştürülebilirliğin ve sürdürülebilirliğin ortaya çıktığı bir yaşam şeklidir.