Umudunu yitiren yolunu da yitirir
Umudunu yitiren ışığını da yitirir
Umudunu yitiriren kendini de yitirir
Umuttur bizi yaşatan. İnancımızı geliştiren umudumuz. Hayallerimizi umuda, umutlarımızı da inanca döndürüyoruz. Yaşam mücadelesi umutsuz verilmiyor. Nasıl nefes almadan yaşanmıyorsa, umutsuz da sadece nefes aldığını zanneden bir, ne olduğunu bilmediğim bir?
Yaşamın amacı mı umutlarımız, ya da esası mı? Umutlarımız, ne zaman yok oluyor? Olmadıklarında mı, olduklarında mı? Ya da ihtiyaçlar silsilesi mi umut dediğimiz.
− Nasılsınız Enişte?
− Bekliyorum.
Neyi diye soramadım. Umutla mı yoksa boşlukta mı bekliyor. Neyi bekliyor?
Bu dünyada yaşamıyorsunuz, bu dünyadan geçiryorsunuz demiş Mevlana.
“Ye, Sev, Dua Et” filminde de “attraversiamo” kelimesi kullanılıyordu, hangi anlamda, orada da kimse sormadı, Mevlana gibi gelip geçicilik mi konu, tecrübe ettiklerimiz mi, yaşanmışlıklar mı? Yoksa!
Eniştem, sadece bekliyor. Kaç gündür kulaklarımda, hatta bedenimin her yerinde bu sözler.
Bütün umutlar kaybolunca, geçiyoruz doktorun boş bekleme odasına, neden beklediğimizi bilmeden, ümit etmeden….
Çocuklar ilk doğduklarında sıra sıra yataklarda yatar ve beklerler. Onların bekleyişi umutlu, yaşlıların bekleme odası ise ışıksız. Hayal bile edemiyorum, bu bekleyişi, karanlık, renksiz,kokusuz, tutulamayan, anlamsız.
Yaşlıların dedim ne kadar yanlış, umut ve ümitsizlerin, ihtiyaçsızların, inançsızların, şükransızların odası…
Yargılamak mı hayır, yargılama değil sadece, anlayamıyorum hatta canım acıyor.
İnsanoğlu ne garip, bazıları sadece istiyor, istekleri oldukça şımarıyor, hatta artık olurları olmaza, olmazları olura dönüştürmeye çalışıyor. Yeni yollar deniyor, yeni yollar buluyor, dünyayı, kendini umarsızca harcıyor, fayda sağlıyor, kurutuyor, yeşertiyor.
Hep ikilemlerin olduğu, derin bir kuyu, dibinden ne çıkar bilinmeyen uzun bir yol. Bu yolun bir başlangıcı ve bir sonu var mı, yoksa o da dünya gibi yuvarlak mı! Kelimeler bu yolu şekillendiren, işte bu da benim lügatim.