Jean-Paul Sartre şu soruyu sormuş: “Dönüştüğüm kişi ile ne yapacağım?” Ben de bugünlerde aynı soruyu kendime soruyorum. Bugüne kadar, asi, deli, olduğu kaba sığmayan, memnuniyetsiz, cesur, kalbindekini söyleyen, çok açık sözlü, yardımcı, şefkatli… sıfatları ile adlandırıldım. Sonra kendime sıfat ve adlar eklemeye başladım: anne, yogacı, danışman, koç…
Bütün bunların dışında bir de geliştirdiğim inançlar, sosyal çevremin düzeni, alışkanlıklarım var. Varoluşumun bu yüklü bavulu bedenimi ve beynimi de belli bir şekle soktuğunda, kendimi nasıl elimdeki verilerden ayrıştırıp içimdekileri ortaya koyabilirim?
2005 yılı yapımı Radu Mihaileanu’nun “Git ve Yaşa” filminin adını değiştirerek kendi filmimin adını belirledim: “Tadına vararak yaşa, kendi tadını bul”.
Hareket etmek, eyleme geçmek, seçim yapmak, durmak, sıkışmak… Bedenin ve düşüncelerin içinde hapis kalmak. Özgün, sağlıklı ve güvenle kendi özümüze doğru gittiğimiz yolda, içinde bulunduğumuz alanda bazı kısıtlayan düşünce ve hareketlerimizi ortaya dökmek, takılı kaldığımız ve alışkanlık haline gelen eylemlerimizi ayıklamak ve bağımlılıktan bağımsızlığa geçmek için kendimizi azat etmeye çalışmak bize hayatın gerçek tadını buldurur.
Bir mektup yazın. Kültürünüzden, ailenizden, çevrenizden size dayatılan zorunlulukları sıralayın. Altına da dürüstçe kendinize dayattıklarınızı yazın. Hangisini hayatınızdan çıkarmak isterdiniz ve yerine hangi eylemi deneyimlemeye karar verirdiniz? Sonra da gidip yaşamayı deneyin.
Namaste!