“Kendini bulmak, kendini kaybetmekten geçer.”
İsa Peygamber
Birlik, tek Tanrı, dünyadaki amacımız, ego nedir? Birlikten nasıl uzaklaşıyoruz? Tanrı var mıdır?
İçimizdeki huzursuzluk, doymayan bir arzular ve istekler zinciri, bizi bu sorularla meşgul ediyor. Hayatımızın amacının gerçekte bu sorulara cevap aramaktan geçtiğini fark etmeden, “gerçek dünya” dediğimiz yaşam alanımızda, para, zevk, seyahat, kariyer, çocuklar, evlilik gibi öğretilerin peşinden koşuyoruz.
“Tanrı’yı sevmek, hayatı yaşayabilmektir.” Bu cümle muhtemelen bir kitaptan alınma veya belki de gerçekten, kısa bir huzur anında, sadece duşta kulaklarımda çınlayan bir ses.
Vedanta, Ayuveda’nın (Hindu tıp felsefesi) hayata dair altı görüşünden birini temsil etmektedir. Vedanta, ruhumuzu yücelterek bizi birde buluşturan huzur ve mutluluğun kaynağını arayan bir Hindu felsefe okuludur.
Vedanta felsefe sistemi aşağıdaki düşünceleri koşulsuz şartsız kabul eder;
· Tanrı’dan başka hiçbir şey yoktur… Tanrı, her şeyin kaynağıdır, her şey ondan doğar, ondan destek alır ve her şeyin açıklaması ondadır.
· Gerçek sadece bir tanedir. Ermişler, onu değişik adlarla adlandırırlar. Yaşanan sosyal çevre ve deneyimler sonrasında dinlerin doğuşuna aracı olan peygamberler ise her zaman bir olduğumuzu söylerler.
· Ruhumuzun gerçek doğası ilahidir ve evren içinde insan ruhu olarak tezahür eder. Başka bir deyişle, her birimiz Tanrı’nın mirasçılarıyız; ölümsüz, kesin mutluluğun çocuklarıyız.
· Hayattaki ilk ve tek amacımız ise kendi yaşam deneyimlerimiz aracılığıyla içimizdeki ilahi doğayı keşfetmektir.
Vedanta felsefe okulu, MS 8. yüzyılda öncellikle Tanrı’nın nihai doğasında “kendini gerçekleştirme” felsefesi olarak ortaya çıkmış, MS 9. yüzyılda da Vedic kurallarla tanımlanan bir felsefe haline gelmiştir.
Vedanta, bir kitapta toplanmayan ve tek bir felsefe kaynağına bağlı olmayan bir felsefe türüdür.
Vedanta’nın beş tane alt okulu bulunmaktadır;
Advaita Vedanta: Okulun kurucusu Gaudapada’dır. Gaudapada’ya göre tek gerçeklik Tanrı olduğu için onun başka herhangi bir sıfatı olamaz. Tanrı’nın hayali yansıması olan Maya, dünyanın varlığını meydana getirmektedir. Bu bilginin farkında olmamak ise bütün acılarımızın kaynağını oluşturmaktadır. Sadece Tanrı’yı bilmek ile selamete ermemiz mümkün olabilir.
Vishishtadvaita: Bu felsefe okuluna göre, Tanrı, kendine özgü bilinçli ruh ve özleri içinde barındıran sıfatları (Saguna Brahman) içerir. Tanrı’nın, bu kendine özgü ruhları ve özleri her ne kadar birbirlerinden ayrı olsalar da ayrılmaz bir şekilde birbirlerine bağlıdırlar. Maya ise Tanrı’nın yaratıcı gücüdür.
Sri Lakshmi Visishtadvaita: MS 950 yılında Srinivasa Deekshitulu tarafından kurulmuştur. Tanrı dualitedir. Hem birlik (Nishkala) hem de bölünmüşlük (Sakala) içinde vardır. İbadet, bilim ve fedakârlık, bu felsefeye göre, selamete ulaşmanın tek yoludur. Bu inanışa göre Tanrı ( Vishnu) her zaman karısı Lakshmi ile beraber anılır. Bu felsefe okulu, bugünün inanışları arasında neredeyse unutulmuştur.
Dvaita: Diğer adı ile Tatvavada, gerçeğin felsefesidir. Bu felsefeye göre, Tanrı, kendine özgü ruh ve sıfatlardan ve ayrıca birbirinden ayrı varlıkların bir bileşimidir. Bu okula göre, fedakârlık, selamete varmanın tek yoludur.
Dvaitadvaita: Bu okulun felsefesine göre Tanrı, vücut bulmuş bir varlıktır.
Suddhavaita: Aynı Dvaita gibi, fedakârlığın tek selamete götüren yol olduğuna inanır ve Tanrı’ya varabilmek için sadece fedakârlık yapmamız gerektiğini savunur.
Vedantik ilkeler, bütün canlı ve cansız âlemin bir oluşundan, evrensel bir gerçekten ve Tanrı’nın her birimizden çok da uzakta olmadığından bahsetmektedir. 21. yüzyılın başlangıcı ile teknolojik olarak daha çok birbirine yaklaşan dünya insanı, bu ölümlü dünyada, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde Vedanta öğretisinin gerçekliği ile yüz yüze gelmiştir. Vedanta felsefesine göre gerçek; sonsuz, ölümsüz, değişmez, bölünmez, dualitenin ötesinde ve sadece her birimiz tarafından deneyimlenebilecek bir meseledir.
Teknolojik ilerlemeler sayesinde, dünyada doğal afetler sonucunda ölenleri gördükçe, kendi ülkemizde insanların birbirine düşmanca davranışlarını izledikçe, içimizde derin yaraların yanı sıra binlerce yıldır insanlığın kendine sorduğu sorular tekrar yüzeye çıkıyor. Teknolojik ilerlemeler, ilim ve bilim dallarında her bir ilimin birbirine bağlı olduğunu ortaya koyuyor. Birbirine her anlamda bağlı bu fiziksel ve maddesel dünyanın nasıl olup da birden var olduğu sorusuna her gün yeni bir cevap aramaktan vazgeçemiyoruz!
Eğer gerçekliğin kapısını açmak istiyorsak gözlemlemeli, en derinine kadar bakmalı, araştırmalı ve birbirimize olan bağlılığımızı kabul etmeyi öğrenmeliyiz. Nasıl bir ağaç su olmadan, yağmur, güneş, toprak, hava olmadan yaşayamıyorsa biz de diğer ruhlar olmadan büyüyemeyiz.
Bağlılık ve bağımlılığın karmaşasını çözüp anladığımızda, belki de yeniden Tanrı ile bir olmaya başlayıp dünyada yaşanan acıların ve mutlulukların her birinde bizim de bir payımız olduğunu anlar ve sınırlarımızın kendimizden çok daha uzaklara varabildiğini fark ederiz.