“İstediğinde sana verileceğini bil; aradığını bulacağını bil; kapıları çaldığında sana açılacağını bil; her sorana verilir, her arayana bulundurulur; her kapıları açmaya çalışana açılır.” Matta 7.7
Niyet et verilsin, pozitif düşün ki olsun, bütün bu sözleri duyarız da ne kadar inanrız bilemiyorum. Ancak farkında olabilmek, farkındalığın kendisine zaman ayırabilmek, farkındalıkla beraber olabilmek için önce kendimizi, midemizi, karnımızı temizlemeliyiz. Ağızımıza her aldığımız lokma bizim isteklerimizi, düşüncelerimizi, sözlerimiz ve niyetlerimizi etkiliyor.
Kolaylıkla sindirebildiğimizde, hayat da kolaylıkla sindirebilir, diye yazmış Maya Fiennes, “Yoga for Real Life” adlı kitabında. Yediğimiz yemeyin tadı kadar, kokusu, dokusu ve görünümü de bizi cezbeder.
Kendimize ya da başkalarına hazırlamak değildir yemek; yemek bir sunumdur, bir farkındalıktır, tapınağa yapılan bir sunum, evrenle olan bağlantıdır. Yıkarken yiyecekleri elinize almanızda, soyarken suyunu hissetmenizde, kabuklarını çıkarırken hangi kalınlıkta soyacağınızda yatar, yemeğin size vereceği tat.
Ağzınıza aldığınızda çiğnerken aldığınız değişik hazlardır, ilk anda acı gelen sonra yavaş yavaş tatlılaşan ve ardından ekşi olandır yiyecek, farkındalığa dokunmaktır tat almak. Yerken bilmektir benim için ne kadar yeterli, midem için ne kadar asitli, gözlerim için ne kadar tuzlu, dilim için ne kadar yakıcı.
Bedeni hissetmek, ruhun dokunuşunu doyurmak, zihnin bilgisi ile yorulmak ve duygular ile tat almaktır yemek yemek. Her ayrı bedeni doyurmaktır. Her ayrı bedende yoga yapmaktır. Zevkin, arzunun, hazzın, vahşetin, sömürünün, açgözlülüğün, yeterliliğin, tamah etmemenin, vazgeçebilmenin, sabrın olduğu alandır yemek.
Her gün matımıza çıktığımız, her akşam sofraya oturduğumuz, her saniye nefes alıp verdiğimiz gibi ana dokunmaktır yemek. Bir ilişkidir, yalnızlık dediğimiz anın içinde.
Yalnızlıktaki farkındalığı, yalnızlıktaki anı, çokluğu her an güvenle ve inançla yanımızda taşımak dileğiyle…