Yılbaşı gecesi, televizyonda geri sayım başlıyor: 10, 9, 8…
Hepimiz birbirimizi öptük, sonra:
“Ee, ne oldu, bir şey değişmedi ki. Neden bu kadar heyecan yaptık ki.” dedi kızım.
Salonda hepimiz bir anlığına donup kaldık, bir süre kimse cevap vermedi, neler geçti içlerinden bilemiyorum, cevap vermeli mi vermemeli mi kestiremedim.
“Ne olsa mutlu, huzurlu, varlıklı, sağlıklı oluruz. Her günün verilen yeni bir hediye olduğunu, her ne kadar yaptıklarımızın etkisini istediğimiz kişilerde görmesek de, yaşadığımız deneyimlerin başka hayatlara nasıl bir deneyim kattığını, bu deneyimlerin yaşananları nasıl değiştirdiğini, zamandan çok beklentilerimizin bizi yaşlandırdığını, gücümüzün iyilikte olduğunu, varlığın bize herhangi bir güç katmadığını, sadece gülücüklerimizin bizi iyileştirdiğini, birbirimizi yermenin kimseye bir faydası olmadığını, sınırlı bedenimizin içinde sonsuzluğumuzu, varoluşumuzun sınırlılığını, vazifelerimizin anlamını…” diye içimden binlerce kelimeyi geçirirken kızımın sesini duydum;
“İyi seneler anne, biz içerideyiz, hemen gitmeyelim olur mu?”
“Ve farkında olmadan veya olarak anın güzelliğini tatmayı, yaşamayı çok da ciddiye almadan, getirdiklerinin farkına varıp tadını acısıyla, tatlısıyla, ekşisiyle çıkartarak yaşamayı öğrenmeyi” diyecektim.