― Yogaya karşı bir şeyim yok… Ama herkesin veya en azından benim yoga yapmam gerektiğini zannetmiyorum.
― Yogayı herkes yapmalı bence.
―Sen yoga yaptığın için bu kadar baskıcı olman gerekmez Aslı… O da bir jimnastik veya aerobic gibi bir şey değil mi?!
― Neyse belki bir gün…
Ablamla yoga hakkında sürekli bir çekişmeye giriyorum. Sonsuzluk veya var olabilmek için direttiğimi, tekdüzeliği nasıl kabul edemediğimi görmemi, başarılı olmanın yaptığımız kaç iş olduğuna bağlı olduğunu içten içe düşündüğümü fark etmemi sağladı.
Samin Nosrat, hem kitabında ─“The Joy of Cooking”– hem de derslerinde sabrın, yavaşlığın, farkındalığın ve anda olmanın ne kadar önemli olduğunu anlatıyor. Soğanın ancak yarım saat sonra yemeğe tat verecek hale geldiğini, tadını içindeki şekerin dönüşümünden aldığını anlatıyor. Ben soğan kullandığımda hep çok çabuk salça ve sebzeyi üstüne ekliyorum ve evet, soğanın tadını alamıyorum.
Yoga; yemek yapmak, koşmak, spor yapmak, çalışmak ve bu dünyada yapılacak ne var ise her birini “yapmak zorunda olduğumuz için değil, yapmak istediğimiz için yapmayı öğrenmek”.
Yaptıklarımızı severek, isteyerek, anlayarak, kulak vererek yaptığımızda, içimizdeki hüznü, neşeyi, sevgiyi, mutluluğu hissederek yaşamaya başlarız. Ancak o zaman yaşadığımızı fark eder ve zamanın sonsuz olduğunu anlarız.
Gülüşlerin, ağlayışların, susuşların yaşandığı, yaşanırken fark edildiği, farklı olmadığımızın saniye saniye anlaşıldığı yer yoga.
Yaşamın içinde matımızla renk değiştirerek uçabilmeyi öğrenmek dileğiyle…