Sözleri, kelimeleri her gün ardı ardına diziyor, tekrar sıralıyorum, gene anlamıyorum; düzen başka bir düzen. Matematik problemi gibi, yaz yaz bitmiyor ve çözümü de yok galiba, çözüm aslında çözümsüzlük.
Odaklandığımız ise problem diye adlandırılıyor. Problemin olmadığı yerde çözüm yoktur, düşünce yoktur, odaklanma yoktur. Bunun aynısını, Tibet’te Yedi Yıl filminde de dinlemiştim.
O gün pek de bir şey ifade etmeyen bu sözcükler, babamı gördükçe yaşamın ne anlamı olduğunu veya ne anlamı olmadığını sorgularken tekrar aklıma takıldı.
− Mara’yı alacak bugün şoför, eğer sizin ihtiyacınız yoksa baba.
− Yok, nereye gidiyor?
− Ata binmeye. Jokey olmak için çabalıyor.
− Hâlâ bir şey olamadı, zaten neymiş o öyle, okula gitsin, büyüsün, adam olsun…
Yüzü kızarıyor babamın, sinirleniyor iyice, bana bakıyor. Ben “Tamam…” deyince “Hep bir cevap vermek mi lazım…” diyor.
Hayır, zaten sadece kelimeler ve onlara yüklediğimiz anlamlar var şu anda; o ne anladı, bunu bile bilmiyorum. Ben ne demek istedim… Konuşmayı sürdürmek, yaşamı sürdürmek, ilişkiyi koparmamak anlamına geliyor. Halbuki birbirimizi anlamıyoruz, ne de anlamak istiyoruz. Oysa sadece sussak, yan yana otursak ve birbirimizle bir bütün olsak.
O kadar da zor değil tesadüf dediklerimiz; “Tam ben de seni düşünmüştüm”, “Kaynanan sevecek, sevdiğin çörek börek var”. İşte aynen bu, lafa gerek yok, fazla söylenen her söz üstümüze yapışıp kalıyor, kalınca büyüyor ve büyüdükçe acı, teklik, çokluk, ayrılık, ikilik, gerçeklik doğuyor.
Şu anda gözlerinizi kapayın, alın yanınıza çok sevdiğinizi, sevdiklerinizi, dizin şezlongları ve oturun denizin karşısına…